NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
VE DİĞERLERİ
Bugün 6 Ağustos 2020...
Velhâsıl, daha bekleyecektim. Ancak üç okurumdan gelen ilgi dolu mektuplar siteye yeni birşeyler
çıkarmam gerektiği düşüncesini uyandırdı bende. Gazâlî Celsesi'ni isteyen de vardı, Psikolojik
Açıklamalar talep eden de... Artık durmak olmazdı.
Ben de kalktım, eski dosyaları karıştırdım. Taleplere cevap olmasa da, enteresan Celseler
buldum. Meselâ rahmetli Neyzen Tevfik'ten bir Fincan Celsesi'nde alınmış bir şiir... Kafiyesi,
vezni bâzı yerlerde bozuk olabilir. Hattâ formu da... Bâzı yerleri beyit, bâzısı kıt'a, bir de üç
mısralı olanı var ama, güzel bir şiir. Derin mânâlı... Ruhlar âlemi'ni, Öbür Dünyâ'yı anlatıyor...
Bakalım, siz ne diyeceksiniz.
Değer bin can fedâ etmek, erişmek için bizim yurda
Bîhûş Ruhlar7ın müteheyyiç semâı bu
Öyle bir âlem ki, mâziden eser yok, hâl yok,
Semâlar ederek geçti Neyzen'in Ruh'u,
Ölüm Mutlak Hakikat'ın şüpheyi boğması gibi
Delirmiş, şiire varmıştım şuurun mâverâsında
Neyzen'in mâyesi mey, âleti ney sanma sakın,
Ne güzel, değil mi?... Ama biraz açıklama gerekecek. Sonra sizi tekrar
tekrar okuyup, üzerinde tefekküre dalmaya bırakacağım. Gene önce kelimeleri verelim...
ÂLEM-İ ERVAH , "Ruhlar Âlemi" demektir.
Hazret Âhıret'e intikâl etmiş, Ruhlar Âlemi'ni "size anlatayım" diyor... Diyor da, ilk cümlesi ile
akıl karıştırıyor... Ne demek "Hiç"in içindeki âlem?..
"Yok'un Var'ı" ne demek?... Neyzen Tevfik artık bu
Dünya'da "yok"... Ölmüş gitmiş... Kemikleri bile toz olmak üzere... Ama yine bizim için "yok"
olan Neyzen Tevfik, Âhıret Âlemi'nde "var"... Üstelik oradan şiir bile gönderiyor.
Peygamberimiz Hz. Muhammed "O, Evvel'dir, Ahir'dir,
Zahir'dir, Bâtın'dır"(Hadid Sûresi, 3. Âyet) ifadesine dayanarak,
“ALLAH vardı, O'nunla birlikte başka bir şey yoktu"
buyurmuş. Bu, "ALLAH, Kâinat'ı 'yok'tan yarattı"
demektir. Çünkü EVVEL, "ALLAH, her şeyden öncedir" demektir. ÂHİR, "sonunda Kendisi'nden
başka hiçbir şeyin kalmayacak" demektir. ZÂHİR "Görünen O'dur, , varlığı açık ve kesindir"
demektir, BÂTIN "gerçek niteliği yaratılanların harika özellikleri içinde gizlidir" demektir.
Kendi'nden başka bir şey yoksa, Kâinat'ı neyle yaratacak?.. "Yok"tan yaratmış!...
Neyzen diyor ki, "Başlangıçta TANRI'dan başka bir şey yoksa, sonuçta da O'ndan başka
bir şey kalmayacaksa, bütün bu görünenlerin hepsi HİÇ'tir. Ama bu HİÇ'in, bu YOK'un
tezâhüründe, görünüşünde öyle bir VAR vardır ki, işte o ALLAH'ın Kudreti'nin tecellisidir.
Bu Dünya'da da, Öteki Dünya'da da görünenler, yaşananlar O'nun aynaya yansımasıdır...
Gel de çık, işin içinden!...
"Şu bulunduğum yere erişmek için, bin cânım olsa, fedâ ederdim," diyor Neyzen... Orası
öyle bir yer ki, Dünya'da görmediğimiz, bilmediğimiz renkler, sesler var. Esîr nasıl görünmez,
duyulmaz, elle tutulmazsa, onlar da öyle.
Kendinden geçmiş Ruhlar'ın heybetli ve hürmet hissi uyandıran, coşturan, Mevlevîler'i
andıran semâsı var orda. Bütün dervişlerin hasretini çektiği sevgiliye kavuşma diyârıdır Ruhlar
Âlemi... Tabii Neyzen'in ve Üstün Ruhlar'ın bulunduğu makamlar... "Ne zamandır bu hasreti
çekiyordum, ALLAH'ın güzelliğinin müptelâsı, kölesi idim, kavuştum," diyor Neyzen.
Orada ne mâzi, ne hâl, ne istikbâl var. Yâni, ne geçmişin pişmanlıkları, ne şimdiki hâlin
ıstırâbı, ne de gelecek endişesi var. Çünkü Neyzen hepsinden sıyrılmış, kurtulmuş...
Aslında Dünya mekân ve zamanın olduğu üç, hattâ dört boyutlu âlemdir. Âhıret Âlemi'nde
mekân yoktur, zaman vardır. ALLAH için ikisi de yoktur. Mirâca çıkan işte onu hisseder.
Ölüm her türlü şüpheyi ortadan kaldırır. Herkes Mutlak Hakikat'e eremez ama, erenler
için artık şüphe diye bir şey yoktur. Hakikat, Güneş gibi karşısındadır.
"Şuurumun ötesine geçince delirmiş, kendimi şiire vurmuştum. İşte o noktada gerçeğe,
hakikate ulaştım," diyor Neyzen. Sonra ekliyor: "Neyzen'i coşturan içki ve ney sanma!
Söylediklerini sarhoş saçması, çaldığını çingene havası zannetme. Görünen öyledir ama,
siz söyleten HAKK'a bakın, ardındakini görün... Bu şiirde olduğu gibi!"
Ne muhteşem, değil mi?
Rahmetli Bedri Bey'in Medyumlar'ından bâzıları ile tanışmış, sohbet etmek, hattâ birlikte
çalışmak imkânı da bulmuştum. Bu vesile ile kendileri vâsıtasıyla alınmış bâzı Tebliğler elime
geçti.
Yıllarca dosyalarda saklı kalan bu Tebliğler'den bir kısmını sizlere sunmak isterim. Yalnız
hemen belirteyim ki, bu Tebliğler'in dili ağırdır. İkincisi, bir Sohbet şeklinde değil; bir irad,
bir hutbe, yâni hitap şeklindedir. Varlığın önceden büyük bir titizlikle hazırlandığını gösterir.
Varlık: Kadri
- Varlıklar'ın tâkip ettikleri bir takım kanunlar ve nizamlar vardır.
Ne olursa olsun, bu programda hiç bir şekilde fedâkârlık icrâsına
İşte bütün âlemler bu nizâma tâbi olarak dâima kolaydan güce
KADER'den ve TEKÂMÜL'den bahseden bu Tebliği anlayabilmek için önce az
gördüğümüz kelimelerin mânâlarını verelim.
Dünya Hayâtı'nda Varlıklar için bir takım İlâhî Kanunlar vardır. Bunlardan bâzılarını biz
insanlar hisseder ve biliriz ve onlara TABİAT KANUNLARI deriz. Ama çoğunu bilmeyiz, ama
onlara uyarak dünyâya gelir ve yaşarız. Sâdece biz değil, bütün Canlılar ve Maddeler bu
kanunlara tâbidirler. Bu kanunlar bir ölçü, bir sistem içinde işler ki, bu da KADER'dir. KADER
aslında ÖLÇÜ demektir. ALLAH hiçbir şeyi keyfî yapmaz. Yapabilir ama yapmaz. Her şey bir
ÖLÇÜ'ye, bir NİZÂM'a tâbidir. Bu düzenli gidişten, akıştan, cereyan eden ve birbirini tâkip
eden programlı olaylardan çıkıp ta başka şeyler yapmak mümkün değildir. Meselâ erkeklerin
doğurması, çocuk emzirmesi gibi bir gelişme olmaz. Bâzen inanamadığımız olaylar cereyan
eder ama onlar da bu programa ve nizâma tâbidir de biz o güne kadar farketmemişizdir.
Bu işleyiş, bütün bu cereyan eden olaylar terakki, inkişâf ve TEKÂMÜL içindir. TEKÂMÜL,
sâdece biz insanlar için değil; bütün Canlılar ve Maddeler, hattâ uçsuz bucaksız Kâinat'taki,
bilmediğimiz nice âlemlerin olduğu Mükevvenat'taki Varlıklar, Canlılar, Maddeler, Âlemler
içindir. İLÂHÎ NİZÂM cümlesini kapsar.
Bu arada belirtelim, Medyum Recâi Ökten aracılığı ile Muhterem Varlık Kadri'den alınan
tebliğlerin ilk kısmı "Messages From Spatium" adı altında İngilizce olarak yayınlanmıştır.
KADER deyince çoğu insan fatalist bir havaya girer. Her şeyi KADER'e bağlar. Adam
öldürür, hapse girer, kendini "kader mahkûmu" diye tanıtır, bütün suçu ALLAH'a atar.
Yukarıdaki Tebliğ KADER'in İLÂHÎ NİZAM'dan ibâret olduğunu, her şeyin bir ÖLÇÜ içinde
cereyan ettiğini anlatıyordu. Aşağıdaki Tebliğ ise, kaderciliğe meyletmemeyi, kendi hür
irademizle, tercihlerimizi yapmamız gerektiğini dile getiriyor.
Hemen burada belirtelim, sâde Dünyâ'da değil; Âhıret Âlemi'nde de kaderci Ruhlar
vardır. ama kasıtları başkadır. İlerde onlardan da örnekler veririz. .
Varlık: Mustafa Molla
- Size önceleri de tekrarladığım gibi insan buraya da kendi irâde ve
Hattâ buradan yukarı gitmeniz veya tekrar dünyanıza dönmeniz
ALLAH nasıl olur da, sizi ancak Kendi İsteği dâhilinde çevirip, idâre eder ki?..
Dikkat etmiyor musunuz, sizin için ALLAH'ın HÂKİM olan tarafı değil;
İyiliklerin sizi ne kadar yüksek merhalelere yükseltmekte olduğunu,
İyi hâller ALLAH'a doğru, fakat kötü hâller kime doğrudur?..
Bu dâvâ ezelî bir cidâl safhasıdır... Yaşıyacaksınız. Pek iyi... Pek fenâ...
ALLAH, ALLAH'a küfredenleri helâk ediyor mu?.. Onların sizden müreffeh
Cevâbı biz verelim: İnsanın tercih yapma hürriyetine işâret eder. Her türlü refah içinde
yaşarken bile ALLAH'a küfrediyorsanız, bu sizin seçiminizdir, Yoksa ALLAH size baskı yapıp
kendine küfür ettirmez.
Tebliğ iyi anlaşılsın diye az kullanılan kelimeleri verelim:
Benden bu kadar... Geri kalan incelemeyi siz yapacaksınız. Aklınız yatarsa, kabul edersiniz.
Yatmazsa, bana yazarsınız, muzakere ederiz. (Tartışmayız, fikirlerimizi zikrederiz, dile getiririz.
Tartışma, "münâkaşa" demektir. Niye tartışalım ki?.. )
Varlık: AKIN
- Söylediğim gibi, bütün Kâinat'ın büyük bir devri ve gidişi vardır. Her şey şüphesiz
Tabii buradaki "plânlanmış ve çizilmiştir" ifâdesi, "bir ÖLÇÜ içinde düzenlenmiştir"
anlamındadır.
Az kullanılan kelimeler:
Varlık: FUZÛLÎ
Varlık- Fuzûlî mahlâsını seçtim... Bu adı kimsenin sevmiyeceğini
Kötü adlılık, beni başkalarına karışmaktan uzak bulundurdu.
İlkin "zamânımın bir tânesi" olmak isterdim ve bu da mahlâsa tahakkuk etti.
Hemen söyleyelim, biz öyle biri gelip de "Ben Fuzulî'yim, ben Mevlâna'yım" diyenlere
hemen inanmayız. Gelenin o olup olmadığını araştırırız. Ama bu hususu araştırabilmek
için önce o zâtı tanımak; hayatını, eserlerini bilmek gerekir ki, kıyaslayabilesin...
Ancak önce Tebliği iyi anlayabilmek için az kullanılan kelimeleri
inceliyelim de, bakalım, Tebliğ'den mantıklı birşeyler çıkıyor mu?... Bunu yapacağız. Çünkü
böylece benim de kelime haznem genişliyor. Bildiğimi sandığım
kelimelerin asıl mânâlarını öğreniyorum.
Peki, Fuzûlî kim?... Hayatıyla ilgili bilgiler çok azdır. Asıl adının Mehmed, babasının
adının Süleyman olduğu bilinmekle beraber, hangi tarihte ve nerede doğduğu hakkında kesin
bilgi yoktur. Türkçe ve Farsça divanlarının mukaddimelerinde yer alan ifadelerle bir kısım
şiirleri dikkate alınarak, Kerbelâ’da doğmuş olacağının gerçeğe daha yakın bulunduğu
söylenebilir.Bir kasidesinde "elli yıldan beri şiir yazdığı"nı belirtmesinden hareket ederek,
şâirin büyük bir ihtimâlle 1480’de veya bu tarihten birkaç yıl sonra doğmuş olduğu
söylenebilir, Şâirin babasının Hille Müftüsü olduğu, ilk bilgileri babasından aldığı, daha sonra
Rahmetullah adlı bir hocadan ders gördüğü, hattâ hocasının çok güzel kızına âşık olduktan
sonra şiir yazmaya başladığı şeklindeki rivayetler vardır.
Fuzûlî, Akkoyunlu Türkmenleri’nin Bayat boyundandır. Şâirin mahlâsı olan Fuzûlî kelimesi,
hem “kendini ilgilendirmeyen işlere karışıp lûzumsuz sözler söyleyen kimse”, hem de
“yüce, üstün, erdemli” anlamına gelmektedir.
Şâir bu mahlâsı niçin seçtiğini Farsça dîvânının önsözünde şu şekilde açıklamaktadır:
- “Şiire başlarken günlerce bir mahlâs almak yolunda düşündüm.
Şaşırdınız mı?... Bizim Celse'de aldığımızı, Fuzûlî Üstat, Farsça dîvânında Kanunî
Sultan Süleyman zamânında (1520'ler) yazmış, o dîvan 1950 yılında Ali Nihat Tarlan tarafından
tercüme edilip yayınlanmış. Daha sonra 1962'de bir de Hasibe Mazıoğlu yayınlamış!
Şimdi iki ihtimâl var: Birincisi, gelen Varlık gerçekten şâir Fuzûlî... Bize geçmişteki
düşünce tarzını dîvândaki ifâdeleriyle tekrarlamış.. İkincisi Medyum Mediha Hanım, o iki
tercümeden birini, meselâ o tarihte yeni olan 1962 baskısını okumuş, o kısmı ezberlemiş
ve Celse'de Yazı metodu ile naklederek bizi kandırmış!... İkisi de olabilir. Eldeki verilerle daha
kesin bir karar veremeyiz. Biz Fuzulî'yi tanımaya devam edelim.
Türkçe dîvânının mukaddimesinde ilmî faaliyeti hakkında bazı bilgiler verirken şunları
söyler:
- “Epey bir zaman hayâtımı aklî ve naklî ilimleri elde etmeye, ömrümü hikemî
Bu da ilim ve fen bakımından boş olmadığını, "TANRI'nın inâyetiyle bütün ilim ve
fenleri nefsinde toplamış insan" olma gayretini gösterir.
Farsça dîvânının mukaddimesinde de "yaratılışındaki sanatkârlık kaabiliyeti dolayısıyla
gençliğinde kendini şiire fazlaca kaptırdığını, fakat ilme karşı duyduğu arzunun kendisini
frenlediğini" belirtir.
Şah İsmâil 1508'de Bağdat’ı ele geçirip Müşa‘şaî Devleti’ni ortadan kaldırdığı zaman
Fuzûlî bilhassa edebiyat alanında oldukça gözde ve çevresinde tanınmış genç bir şâirdi.
İlk eserlerinden biri olan "Beng ü Bâde"yi hayranlık ve takdir ifâde eden beyitlerle Şah
İsmâil’e ithaf etmiş, eserinde bu târihî hadiseye de işârette bulunmuştur.
Kanûnî Sultan Süleyman 1527'de Bağdat’ı fethedince, “Geldi burc-ı evliyâya pâdişâh-ı
nâmdâr” mısraını da ihtiva eden meşhur kasidesiyle berâber, padişaha beş kaside
takdim etmiş, Sadrazam Makbul İbrâhim Paşa, Kazasker Abdülkadir Çelebi, Nişancı
Celâlzâde Mustafa Çelebi gibi şahsiyetlere de kasideler sunmuştur. Bilindiği kadarıyla onun
bütün hayâtı Kerbelâ, Hille, Necef ve Bağdat’ta geçmiştir. 1556'da Bağdat ve çevresini kasıp
kavuran büyük veba salgını sırasında vefat etmiştir.
Kasidelerinde söz sanatları, gazellerinde mânâ sanatları hâkimdir. Gazellerindeki sâdelik
kasidelerde yoktur. Âlimane tavrını kasidelerinde, âşıkâne tarzını da gazellerinde ortaya
koymuştur
ESERLERİ:
Hâlen notası elde bulunan, bilinen ve icrâ edilen 100’den fazla eser Fuzûlî’nin
güftelerinden seçilmiştir. Bunlar arasında, “Beni candan usandırdı, cefâdan yâr usanmaz mı”
güftesi 10 defa, “Öyle sermestim ki idrâk etmezem dünyâ nedir” mısraı ile başlayan şiir ise
8 defa çeşitli formlarda bestelenmiştir. Bedri Ruhselman'ın Medyumu ve Musikî Üstâdı
Hüseyin Sadettin Arel, Fuzûlî’nin şiirlerinden, çoğu
gazel formunda olmak üzere, en fazla beste yapan sanatçıdır, ama bestelerinin tümünü
bulamadık.
Varlık: FUZULÎ
- Çalışmalarının tevârüs şaibesiyle zâyi olmasını istemeyen insan, onların bütün
Zaman oldu ki, geceleri sehere kadar uyanıklık zehri tatdım ve yüz ciğer kanı
Yine zaman oldu ki, sabahtan akşama kadar düşünceler denizine dalarak elmas gibi
Gel de çık işin içinden!... Kelimeleri incelemeden çıkamayız.
Sizi bilmem ama, ben bu Tebliği Fuzûlî Üstâd'a yakıştırdım, Medyum konusunda
şüphem azaldı. Ama Fuzûlî'nin dîvânında aynısı var mı, bilemem. O divan bende yok.
Sâdece bir kısmını açıklayıp gerisini
size bırakacağım. Son kısım, "Söyleneni, sırf söylendi diye, meşhur birinin ağzından çıktı diye,
saçma olsa da yazmak doğru değildir^zdenmiş... Ne yazık ki, çok yapılır. Meşhur birinin
her yazdığı,
meşhur bir ressamın her çizdiği, meşhur bir bestekârın her bestesi güzel sayılır, herif onu
sırf para kazanmak için yaptıysa bile!.. Öte yandan söylenmeyen, zâten herkese söylenmemesi
gerekendir, onun için yazılmamalıdır.
Gerisi size kalmış... Fuzûlî'yi de araştırın. Belki biz de yazarız... Yapın değerlendirmenizi,
bana yazın.
Yine aynı Medyum ve yine kendini FUZÛLÎ diye tanıtan Varlık... Ama yukardakinden üç yıl
önce... Medyum bir Geri Varlık'la görüştükten sonra yükselir.
Varlık: FUZULÎ
- Medyum- .... Ohh!... Çok Aydınlık... Güzel!... Ohh!... Kurtuldum neyse ondan...
Evet... Kâfi...
DEĞİLDİM BEN SANA MÂİL,
İdâreci- Bize yeni bir şiir seyletebilir mi Medyum'a? Rica etsek, lûtfeder mi?
Bunu söylüyor baştan itibâren... Evet, bayılıyorum bu şiire... Bu şiire bayılıyorum.
Evet. Çok seviyorum.
Bir süredir yazılara ara vermiştim. Maksadım site
ilgi görüyor mu, yazılar okunuyor mu, inançlarda doğruya bir yönelme var mı, onu görmekti...
Bir de bedava sitenin bana tanıdığı 20 MB'lık limit dolmuştu. Yeni bir adres bulmam gerekti...
"Hiç"in içindeki âlem... "Yok"un büyük "Var"ı....
Esirî renk, sessiz seslerin mirâcı var burda.
Hasretlerin hülâsası, vuslat diyârı bu!
Ne zamandır bu vuslatın tahassüründe idim
CEMÂL mazharının bir fütâde bendesi bu!
Vecde daldık Sine-i Mutlak'ta, istikbâl yok!
Harim-i Vahdet'e vardıkta, baş kesip dedi: HUU!
Esen kudsî bir rüzgârın bulutu koğması gibi
Karanlıklar arasından Güneş'in doğması gibi
Şiirden Ruh'a kâlboldum, şuurun tam verâsında.
Görünen mazhar odur, siz buyuran RABB'a bakın!
ESÎR, "atomlar arasındaki boşluğu ve bütün Evren'in boşluğunu doldurduğu varsayılan,
ağırlığı, hacmi olmayan ama ısı ve ışığı ileten cevher" demektir.
MİRAC , "yükselme çıkma, .Hz. Muhammed'in göğe yükselmesi" demektir.
BİHÛŞ , "şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli, kendinden geçmiş, kendini
kaybetmiş, baygın" demektir.
MÜTEHEYYİÇ , "heyecanlı" demektir.
HÜLÂSA , "öz, herhangi bir maddenin, alkol, eter vb. bir eritici ile ayrılmış veya
başka bir yol ile elde edilmiş etkili özü, özet, fezleke' demektir.
VUSLAT , "sevgiliye kavuşma, ulaşma, yetişme" demektir.
TAHASSÜR , "kavuşmak istenen şey veya kimse için üzülme, özlem, pıhtılaşmak, kanın
pıhtılaşması" demektir. Burada "özlem " mânâsına kullanılmış.
CEMÂL , "yüz güzelliği, Allah'ın lûtuf, ihsan, rıza sıfatlarının karşılığı, Allah'ın rahmetle
tecellisi, zâhirî ve bâtınî güzellik" demektir. Celse'de "ALLAH'ın Kâinat'a yansıyan güzelliği ve rahmeti"
mânâsına kullanılmış.
MAZHAR , "şereflenme, onurlanma, sâhib olma, nâil olma, bir şeyin ortaya çıktığı,
göründüğü yer veya kimse" demektir.
FÜTADE , "mübtelâ, tutkun" demektir.
BENDE , "kul, köle, yürekten bağlı, esir, hizmetçi, hizmetkâr, bağlanmış kimse, tutsak"
demektir.
VECDE DALMAK , "sarhoş olmak, kendinden geçmek, dinî, büyü, sihir gibi uğraşı alanlarındaki din adamlarının,
büyücülerin, dervişlerin, özellikle şamanların doğaüstü güçlerle, kutsal nesnelerle
özdeşleşmek; sayrıları sağaltmak, büyü yapmak, geleceği okumak vb. için gövdesel
devinimlerden, kutsal sözlerden, oruçlardan, müzikten ya da uyuşturucu bitki ve ilâçlardan
yararlanmak yoluyla içine düştükleri geçici rûhî duruma girmek" demektir.
SİNE , "göğüs, gönül, bağır, iç" demektir. SİNE-İ MUTLAK , "ALLAH'ın bağrı" mânâsındadır.
MÂVERÂ , "öte, bir şeyin gerisinde, arkasında veya ötesinde bulunanlar, görülen âlemin
ötesi" demektir.
KÂLBOLMAK , "değişmek, dönüşmek" demektir.
VERÂ , " gerçek, yalan olmayan, doğru olan şey, hakiki" demektir
Medyum: Recâi Ökten
Operatör: Bedri Ruhselman
Târih: 15.1.1947
Bunlar âdeta bir ders programı şeklinde ve birbirini müteâkip
yapılması hazırlanmış bir hâlde ve muntazam olarak cereyânı
temin edilmiş bir vaziyettedir.
imkân ve ihtimâl mevcut değildir. Bâzıları buna TABİAT KANUNU
derler. Fakat muhakkak ve hakiki olan bir şey varsa, bu, aksamadan
cereyan eden bir harekettir.
doğru bir bir takım terakkiler göstererek akıp gitmektedirler.
Bu şekilde muntazam bir terakki ve inkişaf, Varlıklar'ın yükselmelerini
ve âlemlerin nizamlarını meydana getirir.
NİZAM , "düzen, kural, usûl, kaide, kanun, sıra" demektir. Burada "düzen anlamındadır.
MÜTEÂKİP , "tâkip eden, arkadan gelen, ardı sıra" demektir.
MUNTAZAM , "düzenli, düzgün, derli toplu" demektir. Burada "düzenli" anlamında
kullanılmış.
CEREYAN , "akım, akıntı, oluş, gidiş" demektir. Çoğu zaman "cereyan etmek" şeklinde
kullanılır, "olmak" anlamındadır. Burada "akış" anlamındadır.
İCRÂ , bir kaç mânâsı yanında burada "yapma, yerine getirme" anlamında kullanılmış.
TERAKKİ , "ilerleme, yükselme, gelişme" demektir.
İNKİŞÂF , "gelişme, açılma, meydana çıkma" demektir. Burada o da "gelişme" anlamında
kullanılmış.
Medyum: Mâcit Aray
Operatör: Bedri Ruhselman
Târih: 21.2.1948
istekleri dâhilinde ve isâbetli ve isâbetsiz karar ve istekleriyle geliyor.
gene sizin isteklerinize bağlı hadisattandır.
O takdirde, ne şahsiyetiniz, ne de hayâtınızın mânâsı kalır...
fakat sâdece Kanunlar'ı vardır. Bu Kanunlar ne ALLAH'tır, ne de insan...
Hâdiselerin cereyânı ise, ne ALLAH'la, ne de böyle kablî bir hüküm
ittihâzıylle tesbit olunmuş herhangi bir şekil ve sûretle alâkadar değildir.
İnsan ilelebed hürdür!...
Rûhen ne kadar ve nasıl derinleşip âdeta sonsuzluğu teneffüs eder hâle
geldiğinizi pekâlâ anlıyorsunuz. O hâlde ne için tekrar fenâlıklara,
sükûta rızâ gösteriyorsunuz?... Bu da mı ALLAH'tan?..
Niçin düşünmezsiniz ki, ALLAH bize nihâyetsiz bir hürriyet-i şahsiye
ve iktidâr-ı ruhiye verdiği hâlde, bütün âmâl ve seviyelerimizi ancak
O'nunla kaabil-i ifâde görüyorsunuz?
Fakat muhakkak gâyeye uygun düşecek seviye ve idrâki illâ istihsâl etmeniz
lâzım ve mecburîdir. İster bin kere Dünya'ya gelin, ister bir kere!...
Ne elde ederseniz, sizin içindir.
olduklarına çok kere şâhit olmuyor musunuz?.. Bu ne ifâde eder?...
İRÂDE , "bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istediğini yapma gücü, istek, dilek"
demektir. KÜLLÎ İRÂDE dendi mi, "ALLAH'ın dilediğini yapma sonsuz Kudreti" kastedilir. Onun
yarattığı insanın, hattâ her Canlı'nın, her Varlığın istediğini kapma kudretine de "CÜZ'İ İRÂDE
denir. Bu konulara ve KADER'e daha önceki
sayfalarda da temas etmiştik.
KABLÎ , "deneye dayanmadan, doğruluğu koşulsuz kabul edilen, dogma" demektir.
İTTİHAZ , "edinmek, kabul etmek, almak, tutmak, saymak" demektir. Celse'de "doğruluğunu
araştırmadan bir değerlendirmeyi kabul etmek" tamlaması şeklinde geçiyor.
İLELEBED , "nihâyetsiz, sonsuz, sonsuza kadar" demektir.
MERHALE , "derece, basamak, aşama, evre" demektir.
TENEFFÜS , "nefes alma, solunum, dinlenmek için ara" demektir.
ÂMÂL , "işler, işlemler" demektir. Ayrıca "amel"in çoğulu A'MAL var, "ameller, işler,
yapılan hayırlar" demek... Bir de "emel"in çoğulu ÂMÂL var, o da "emeller, arzular, gâyeler,
dilekler, istekler" anlamındadır. Bizce Celse'de "yaptıklarınızı ve bu yaptıklarınız sonucunda
ulaştığınız seviye" tamlaması şeklinde geçiyor.
EZELÎ , "çok eski, öncesiz, başlangıçsız" demektir. Celse'de "çok eski" anlamında kullanılmış.
CİDÂL , "savaş, savaşma, cenk, kavga, dövüş, mücadele, itişip kakışma, "ağız dalaşı,
çekişme, sözle mücâdele, ateşli konuşma, nizâ" demektir. Celse'de ağız dalaşı, sözlü mücadele"
anlamında geçiyor.
HELÂK , "ölme, öldürme, yok etme, yok olma, bitkin bir duruma gelme veya getirme,
yıkılma, bitme, mahvolma" demektir. Celse'de "mahvetme, yok etme" anlamında kullanılmış.
Medyum: Nezihe Bayurgil
Operatör: Bedri Ruhselman
Târih: 14.8.1948
birbirine bağlıdır ve bütün hareketler hem menşeini, hem de müntehasını teşkil eder.
Hem illeti, hem de neticesidir. Bu bakımdan her şey, bütün hareketler, Kâinat'ın büün
gidişi,
her tesâdüf edeceğiniz hâdise, plânlanmış ve çizilmiştir.
MENŞE: , "başlangıç, bir şeyin çıktığı yer, köken, kaynak, sebep" demektir.
MÜNTEHA , "nihâyet, âkıbet, sonuç, netice, sona ermiş, bitmiş" demektir. Celse'de
" sonucu" şeklinde geçmiş.
TEŞKİL ETMEK , "oluşturmak, meydana getirmek, ortaya çıkarmak" demektir.
İLLET , "sebep, neden, hastalık, bozukluk" demektir. Celse'de "sebep" anlamında
kullanılmış.
Medyum: Mediha
Usûl: Yazı
Târih: 1963
ve bu sebeple almayacağını tahmin ettiğim için, adaşlık endişesinden
kurtulmuş oldum. İşte böylece ortaklıktan hâsıl olacak incinme kapılarını
kendime kapadım. Bu sûretle intikal ve ihtilâl dağdasından kurtuldum.
Hüner kazanmağa uzlette sebep oldu.
TANRI'ya şükür ki, fenâ sandığım iyi çıktı.
Dikenim gül, toprağım altın ve taşım inci oldu.
Gerçekten bu bakımdan mahlâsım arzuma uydu.
Ve ferdiyetin iştirak fitnesinden kurtuldu. Sonra Ben TANRI'nın inâyetiyle
bütün ilim ve fenleri nefsinde toplamış insan geçiniyordum. Mahlâsım
bu amacımı tazammun eder.
MAHLÂS , "şâirlerin, yazarların kullandığı takma ad" demektir.
FUZÛLÎ , "fazladan olan, lûzumsuz, haksız, yersiz, gereksiz, gereksiz işlerle uğraşan,
boşboğaz" demektir. Ayrıca “yüce, üstün, erdemli” anlamına da gelmektedir. Yâni, şâir
Fuzulî bir yandan tevazu gösterip kendini "gereksiz adam" diye tanıtırken, bir yandan da
"üstün ve erdemli" olduğunu da belirtmiş. Bunu da
"Zamânımın bir tânesi" olmak isterdim ve bu da mahlâsa tahakkuk etti. Mahlâsım
bu amacımı tazammun eder" ifâdesiyle dile getirmiş.
İNTİKÂL , "bir yerden başka bir yere geçme, geçiş" mânâsı geldiği gibi, "anlama, kavrama" da
demektir.
İHTİLÂL , "devrim, kargaşalık, düzensizlik, karışıklık" demektir.
DAĞDAĞA , "gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı, ıztırab, boş yere telâş
ve zorluklar" demektir. Bu son üç kelimeyli birleştirerek bir değerlendirme yaparsak, Üstat
diyor ki, " kendime bu 'gereksiz adam' mahlâsını seçtim ki, diğer şâir ve edebiyatçılarla aramda
bir kargaşa, çekişme, yanlış anlama olmasın".
TAHAKKUK , "gerçekleşme, yerime gelme, olma" demektir. Üstat diyor ki,
"Ben hep zamânımın bir tânesi, eşsiz olmak isterdim.
Fuzulî mahlâsımla bu gerçekleşti, benden başka kimse bu adı almadı".
FERDİYET , "bireysellik" demek ama, bir de tasavvufî mânâsı var, "Cenab-I Hakk'ın
birliği, Vahdet ile bütün Kâinat'a hükmeden eden Allah'ın sıfatı" demektir. Ayrıca Ferdiyet
insanlara isnad edilirse, sâdece bir olup, eşi-benzeri Dünya'da bulunmayan kimsenin sıfatı
olur, "sâdece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik, evliyalık" demektir.
İŞTİRAK , "ortaklık, ortak olma, paydaşlık, katılım" demektir.
FİTNE , "sınama, deneme, imtihan, maddî ve mânevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle
imtihan etme, dinî, sosyal ve siyâsî kargaşa" demektir... Yalnız bu kısmı açıklamak zor...
Herhalde Üstat, " Yine benim bu mahlâsım,beni Dünyâ'da
eşi-benzeri olmayan biri yaptı ama, ferdiyet yönünden TANRI'ya şirk koşma belâsından da
kurtardı, çünkü ben 'gereksiz adam'ım" demek istemiş.
İNÂYET , "iyilik, insan, lûtuf" demektir.
TAZAMMUN , "kapsama, içerme, içine alma" demektir.
Üstat, "Ben TANRI'nın inâyetiyle
bütün ilim ve fenleri nefsinde toplamış insan geçiniyordum. Mahlâsım
bu amacımı tazammun eder. Yâni, mahlâsım da 'üstün' anlamıyla bu amacıma
hizmet etti" diyor.
Seçtiğim mahlâsa bir müddet sonra bir ortak çıktığı için, bir başka mahlâs alıyordum.
Nihâyet benden önce gelen şâirlerin ibâreleri değil, mahlâsları kapıştıklarını anladım.
Karışıklığı ortadan kaldırmak üzere, Fuzûlî mahlâsını seçtim.
Bu adı kimsenin sevmeyeceğini ve bu sebeple almayacağını tahmin ettiğim için
adaşlık endişesinden kurtuldum.
Ayrıca ben, ALLAH’ın inâyetiyle bütün ilim ve fenleri nefsinde toplamış
bir insan olarak geçiniyordum. Mahlâsım bu amacı da içine alır.”
ve hendesî bilgiler edinmeye harcadım. Sonra tefsir ve hadis ilimleriyle meşgûl oldum.”
Türkçe Dîvan. Mensur bir mukaddimeden sonra 2 tevhid, 9 naat, 27 kaside, 302 gazel
ile musammatlar, kıta ve rubâîlerden oluşur.
Beng ü Bâde. Afyonla şarabın karşılaştırılarak şarabın üstün tutulduğu 440 beyitlik bu
mesnevidir. Fuzûlî’nin mesnevi tarzındaki ilk denemesidir.
Leylâ vü Mecnûn. Türk, İran ve Arap edebiyatlarında Fuzûlî’ye asıl şöhretini sağlayan bu
eser, Türk edebiyatının klâsik döneminde yazılmış mesnevilerin en güzelidir.
Hadîs-i Erbaîn Tercümesi. Molla Câmî’nin Nadîs_-i Erba'în adlı eserinin tercümesidir.
Sohbetü’l- Esmâr. Fuzûlî’ye âit olduğu henüz kesinlik kazanmamış 200 beyitlik bir
mesnevidir.
Hadîkatü’s- Suadâ. Arada bâzı manzum parçaların da yer aldığı mensur bir eserdir.
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edilişi anlatılmaktadır.
Mektuplar. Fuzûlî’nin bugün elde bulunup yayımlanan mektuplarının sayısı beştir.
En tanınmışı, Nişancı Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye gönderilmiş olan ve edebiyat tarihlerine
“Şikâyetnâme” adıyla geçen mektuptur.
Farsça Dîvan. 3 münâcât, 1 naat, 46 kaside, 410 gazelle 1 terkibibend, 2 musammat,
46 kıt'a ve 106 rubâî ihtiva eden Farsça dîvan, hacim itibariyle Türkçe dîvandan daha büyüktür.
Heft-Câm. Sâ'inâme adıyla da tanınan ve tamamı 327 beyit olan bu mesnevi,
Enîsü’l-Kalb. 134 beyitlik Farsça bir kasidedir.
Risâle-i Mu'ammeyât. Fuzûlî’nin çoğu Farsça, bir kısmı da Türkçe hayli muamması vardır.
190 adet Farsça muammayı toplayan bu esere, şairin 40 adet Türkçe muamması da eklenerek
Kemal Edip Kürkçüoğlu tarafından yayımlanmıştır
Rind ü Zâhid. Mistik bir görüşle kaleme alınan eserde, Zâhid bir baba ile rind oğlu
arasındaki tartışmaları ihtiva eden bu mensur eserde rind şâirin gönlünü, zâhid de düşüncesini
temsil etmektedir.
Hüsn ü Aşk. Esere, "Rûhnâme" adını verenler
de bulunmaktadır. Tasavvufî ve alegorik mâhiyetteki eserde ruh ve beden ilişkisi sembolik
olarak ele alınmaktadır. Bu eser Fuzûlî’nin eski tıp ilmine vukûfunu göstermesi bakımından
önemlidir. Kahramanları hüsn, aşk, ruh, kan, safra, balgam, sevda, mizaç, sıhhat, dimağ,
maraz ve perhiz olan eserde, dervişin sülûkte ilerleyerek Fenâfillâh'a erişebilmesi için neler
yapması gerektiği anlatılır.
Arapça Dîvan. Sâdece Hz. Muhammed ve Hz. Ali vasıflarında söylenmiş 11 kaside ile
1 hâtimeden meydana gelen 470 beyitlik bu küçük eser, mürettep bir dîvan niteliği
göstermediği halde bu adla anılmıştır.
Matla'u’l- i'tikad fî ma'rifeti’l-mebde' ve’l-me'âd. İnsanın ancak bilgi edinmek sûretiyle
Kâinat'ın sırlarını, başlangıç ve sonunu öğrenerek Tanrı’ya ulaşabileceğini anlatan mensur bir
eserdir.
Medyum: Mediha
Usûl: Yazı
Târih : 1963
söylediklerine ittilâ hâsıl etmelidir.
pahâsına bir mazmun bulup nazma çektim. Gündüz olunca o mazmunla diğer bir şâirle
tevârüs vâki olduğunu anladığım için çizdim, onu kullanmadım.
sözlerle saf inciyi deldim. Bu mazmunların anlaşılmaktan uzak olduklarını ve bu lâfızların
halk arasında makbûl olmayacaklarını söyledikleri vakit hemen gözümden düştüler.
Beyaza bile çekmedim. Tuhaf hâldir. Söyleneni sırf söylenmiş olduğu yazmamalıdır.
Söylenmiyeni ise söylenmemiş olduğu için kullanmamalı!
TEVÂRÜS , "bir kimseden miras kalma, mirasa konma, bir kimseden başkasına geçme"
demektir.
ŞÂİBE , "art düşünce, hile, eksiklik, kusur, ayıp, leke" demektir. Celse'de "leke"
anlamında kullanılmış.
ZÂYİ , "kayıp, yitik, kaybolma yitip gitme" demektir.
ITTILÂ , "bilgi edinme, örenme, haberi olma" demektir.
HÂSIL , "husûle gelen. ortaya çıkan, meydana gelen" demektir.
MAZMUN , "dîvan edebiyatında bazı kavramları dolaylı anlatmak için kullanılan nükteli
ve sanatlı söz,
meâl, mânâ, mefhum, anlam, kavram" demektir.
NAZIM , "uyaklı söz dizisi, manzume, şiir, koşuk" demektir.
VÂKİ , ""olan, olmuş" demektir.
LÂFIZ , "söz, kelime" demektir.
Medyum: Mediha
Usûl: Yazı
Târih : 13 Ekim 1960
CEFÂDAN YÂR USANMAZ MI?
FELEKLER YANDI ÂHIMDAN,
MURÂDIN ŞEM'İ YANMAZ MI?..
İdâreci- Kiminle görüşüyoruz?
M- FUZÛLÎ....
HEMİŞE HALKA RÜSVÂDIR
SORUN Kİ, BU NE SEVDÂDIR?
BU SEVDÂDAN USANMAZ MI?
SEN ETTİN AKLIMI ZÂİL
BANA TÂN EYLEYEN GAAFİL!
SENİ GÖRGEÇ, UTANMAZ MI?
M-
Öhce Fuzûlî'nin hayattayken yazdığı bu şiiri bir anlayalım, sonra değerlendirmesini
yaparız... Ama anlamak için kelimelerin tam mânâsını bilmek gerek... CEFÂ , "büyük sıkıntı,
çile, üzgü, eziyet, zûlüm" demektir.
FELEK, "gök, gök katı, devir, gökyüzü, sema, dünya, âlem, tâlih, baht" demektir.
FELEKLER " dünyalar" anlamındadır.
MURAD , "arzu, istek, dilek. maksat meram, arzu edilen şey., İstenerek, ümit ederek
beklenen şey" demektir.
ŞEM , "mum, balmumu" demektir.
Böylece şiir "Sevgilim bana çok eziyet ediyor. Feryâdımdan dünyalar yandı, ama O'nu arzulayan dilek mumu bir türlü tutuşmadı" diyor.
ŞEYDA , 2.Aşk yüzünden aklını kaybetmiş. Aşk çılgını, çok tutkun," demektir.
RİND , "kalender, aldırışsız, dünya işlerini boş veren" demektir.
HEMİŞE , "geçici olmayan, sürekli, devamlı, dâimi" demektir.
RÜSVAY , "ayıplanacak durumda olan, rezil" demektir.
MÂİL , "meyilli, , içten istekli, yetenekli. taraflı" demektir.
ZÂİL ETMEK , "yok etmek, ortadan kaldırmak" demektir.
TA'N EYLEMEK , "ktülemek, birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek" demektir.
Fuzûlî diyor ki, "Senin aşkın aklımı başından aldı, derbeder biri oldum, üstelik halka da dâima rezil oldum. Sorsanıza, 'Bu ne biçim sevda? Hâlâ usanmaz mısın?' diye... Aslında ben sana başta meyletmemiştim, ama meyledince aklımı başımdan aldın. Beni bu hâlimle ayıplayanlar seni görünce, aynı hâle düşüp bana ettiklerinden utanmazlar mı?"
Aslında Medyum itîraf ediyor, Fuzûlî'yi çok seviyor, şiirlerini biliyor, seviyor. O yüzden "Fuzûlî gelip te şiir okudu" iddiasında bulunamayız. Herhangi bir Varlık gelip Medyum'un şuurundan bu şiirleri alıp vermiş olabilir. Zâten sırası da yanlış...
Şiirin aslı şöyle:
Şeb-i bimârına canân
Deva-yı dert eder ihsan
Niçin kılmaz bana derman
Beni bimârı sanmaz mı?
Gül-i ruhsârına karşı
Gözümden kanlı akar su
Habibim, fasl-ı güldür bu
Akar sular bulanmaz mı?
Gamım pünhan tutardım ben
Dediler, yâre kıl rûşen
Desen ol bî-vefâ bilmem
Seni gör geç utanmaz mı?
Şeb-i hicran yanar cânım
Döker kan çeşm-i biryânım
Uyarır halkı efgânım
Kara bahtım uyanmaz mı?
Değilim ben sana mâil
Sen ettin aklımı zâil
Bizi ta'n eyleyen câhil
Hüdâ'sından utanmaz mı?
Fuzûlî rind-i şeydâdır
Hemişe halka rüsvâdır
Sorun ki bu ne sevdâdır?
Bu sevdadan usanmaz mı?
"Beni Candan Usandırdı" Türküsü
Bu şiiri çözmek size kalmış... Fuzûlî'nin hayâtı ise yukarıda... Onu okuyun, sonra buradan devam edin Çelse'ye.
İdâreci- Bize yeni bir şiir yazdırmaz mı? Lûtfen.
Medyum-.... "Sonraki Celse'ye diyor...
İ- Hiç olmazsa bir beyit söylesinler.
M- (Varlığa hitâben) Ne olur, ne olur, bir beyit,
bir şey söyleyin. Hayrânım size...
İ- Veya kendi devrine âit bir şey anlatsın.
M- ... Güzel bir kadın sevmiş... "Çok hâindi" diyor... "Nefret ettim ondan" diyor...
Nefret.. Nefret!... (Varlığa hitâben) Sevginize
lâyık mı idi?.. Çok güzelmiş...
"Şahâne güzeldi" diyor... Sarı saçlı, mâvi gözlü... Zâten bakın:
Evet... "Bu bahsi geç" diyor... Üzüntü duydu...
İ- Peki. Bize kendi devrine âit bir şey, bir vak'a anlatabilir mi?
M- ..... (ağlamaya başlar) .....
İ- Niçin ağlıyorsunuz?... Ne oldu?....
M- .... ( cevap vermeden ağlamaya devam eder)....
İ- Lûtfen suallerime cevap verin. Niçin üzülüyorsunuz?
M- ..... Hikâyesini anlatıyor...
İ- Bize nakletmez misiniz? Bize de söyleseniz...
M- ... Yeter!... Yeter!... Dinlemek istemiyorum... Yeter!... (ağlamaktadır)
İ- Üzülecek bir şey yok ki... Biraz neşeli şeyler anlatsın.
Rica edin.
M- ............
İ- Sözümü dinleyiniz... Cevap veriniz... Hikâyesini bize de anlatınız...
M- ... Tembih ediyor... "Aramızda kalacak, sır" diyor...
İ- Rica ediyoruz. Bize de anlatsın... Sır kalmıyacak bir vak'a anlatsın.
M- .... "Sır kalacak. kat'iyyen anlatmıyacaksın" diyor....
İ- Bir kısmını anlatsın, Lûtfen....
M- .... Beni çok sevmiş... (gülüyor... Varlığa hitâben)
Ben de sizi çok seviyorum zâten.
Celse'nin Fuzûlî kısmı burada bitiyor... Daha doğrusu, Fuzûlî diye görünen Varlığa âit kısım sona eriyor...
Söylediğim gbi, bir Varlık, ki bu muhtemelen Medyum'un Obsedör'ü, ona İmaj veriyor, şirin görünüyor, şuurundan alıp Fuzûlî şiirleri okuyor. Sonra kendi hayat hikâyesini anlatıyor. Sevdiği kadından nefret ediyor... Hiç gerçek Fuzûlî'ye yakışan bir tavır değil... Oradan yakalıyoruz, ikinci açığı... Birincisi Medyum'un ezberindeki şiirleri "tebliğ" diye okutması... Üçüncüsü, anlattığı aşk hikâyesi Medyum'u üzüyor, ama acıklı olduğundan değil... Sıkıntılı olduğundan, "Yeter, yeter" diye feryâd ediyor. Sonra foyası meydana çıkmasın diye Medyum'u tembihliyor ki, anlatmasın!... İdâreci'nin yeni şiir ve vak'a ısrarı çok yerinde... Varlık hakkında done toplanmasına yardımcı olacak, ama gelmiyor.
Peki, biz bu Aldatmalı Celse'den ne şekilde yararlandık?.. Fuzûlî'den güzel bir şiir daha
okuduk, inceledik.(siz tabii). Kurnaz bir Varlığın, Medyum'un zaafından yararlanarak nasıl
sahte bir hüviyete büründüğünü gördük, tecrübemiz arttı. Nasıl ki telefonda "polisim, savcıyım,
teröristler banka hesabınızı ele geçirmiş, parayı çekin, bana verin" diyene kanmıyorsak; "Andromeda Konseyi'ndenim" , "Aktruslu'm" , "Mevlâna'yım"
diyenlere de aldanmıyacağız, araştıracağız
Geldik daha önce bir Celse'sini naklettiğimiz Reşat Bayer'e... Ona gelen Varlık, bu sefer
Celse İdârecisi'ni, onun yardımcılarını, Hâzirûn'u ve bütün insanları uyarmış... Böyle uyarılar
sık sık yapılır. Hem Ruhiyatçılar sapıtmasın diye, hem de kamçılayıp çalışma sürâtini artırmak
için...
Varlık: ŞAHAP
TAŞ, TOPRAK, SU, MADEN!...
Zulmetler içinde, şuurun yok, idrâkin mevkut,. bilginin zat-ül hareke bir davranışa
Yıllarca karanlıklarda, zindanlarda kalanların gün ışığına çıkışında gözleri nasıl kamaşır,
Başlarının dönmemesi, gözlerinin kamaşmaması, kör olmaması için asla Güneş'e değil;
Halbuki tevâzu libâsını giyip, nahvet ile kabaran başlarını önlerin eğip yollarına baksalar,
Ne muhteşem, ne edebî bir Tebliğ, değil mi?.. Nur içinde yatsın Varlık da, Medyum da...
Ama işimiz zor. Hem az bilinen kelime çok, hem de Tebliğ ağdalı... Ağır ağır, noktalama
işâretlerin uyarak okumak, parça parça anlayıp sonra o anlamları birleştirmek gerek. Bakalım,
içinden çıkabilecek miyiz?...
ZULMET , "karanlık, karışık, üzüntü, sıkıntı, perişanlık, yasalara, töreye uygun olmayan,
gereğince anlaşılıp bilinemeyen, ne olacağı, sonu belli olmayan durum" demektir. Celse'de
"karanlık, karışıklık" anlamında kullanılmış.
Benden bu kadar... Tıpkı BİR TEBLİĞ
sayfasındakiler gibi incelemek size
kalmış. Değerlendirmenizi bize yazarsanız, üzerinde sohbet edebiliriz.
Şimdi vereceğimiz Celse, Muhterem Varlık Şahap'ın Vedâ Celsesi... Her okuyuşumda
sanki o an ayrılıyormuş gibi bir hüzün uyandırır bende.
Daha önce de yazdığımız gibi, hiçbir Varlığın Celseleri ilelebed sürmez. Hiçbir Medyum
ilelebed Medyumluk yapamaz. Hiçbir Operatör'ün Celse faaliyeti hayâtının sonuna kadar
sürmez. Bu Bedri Ruhselman'da da, Refet Kayserilioğlu'nda da, Ferhan Erkey'de de, bende de
öyle olmuştur. İlk Spiritualist Çalışma diyebileceğimiz Fox kardeşler'de de
İrtibat kesilmiş, bunun üzerine kızlar hileye başvurmamışlar mıydı?
Bu yüzden biz durmadan, aralıksız İrtibat'ta olduğunu iddia eden J.Z.Knight, Jani King, Lee Carroll, Bülent Çorak gibi
Uyduruk Medyumlar'a hiç mi hiç inanmayız.
Neyse... Gelelim Vedâ Tebliği'ne... Buna İkinci İkaz Tebliği de diyebilirsiniz.
Varlık: ŞAHAP
- Merhaba, ey Hâzirûn!.. Benim aziz kardeşlerim... Hepinizi muhabbetle kucaklarım,
selâmlarım.
Şimdiye kadar sizlerle vâki Temâs'ımızın temâdisi boyunca yeni yeni realitelerinizin
âsumânında Ancaak, şu noktayı tebârüz ettirelim ki, bu memnuniyetimizi yine dâima ve tedrîcen
Evvelki Tebligat'ımız baştan sona kadar yeniden ele alınır ve tetkike tâbi tutulursa, bu
Bu sahâdaki gayretlerinize hiç bir zaman muvaffak olmuş nazarıyla maalesef bakılamaz.
"Hayretler içinde görürsünüz, anlarsınız" diyoruz, çünkü bu nurlu, rengârenk merhale
kapılarını Bu hâliniz her ne kadar Tekâmül arzusu ile kıvrandığınızı göstermesi bakımından şâyân-ı
Çölde, susuzluktan bîtab ve perîşan yolculara benziyorsunuz... Tâ uzakta gördüğünüz
ağaçlı, Dostlarım!... Lâfla mesâfe katedilmez... Tabanlarınız yanmadıkça, şerha şerha olmadıkça
Kardeşlerim!... Bu hâle göre sizler için hakikaten bir serap olan o nurlu, rengârenk realite
kapılarını Misâfirleriniz hâriç, bu sözlerimiz bilâtefrik hepinize ve bilhassa "kendilerine âit olmadığı"nı
Önsözümüzü bitirirken her fırsatta murakabe-i nefse varmanızı ve evvelâ kendi kendinize
Bu işteki hüsnüniyetinizin isbatını arzu eder ve ilk neşir vâsıtanızla bu önsözümüzü
neşrederseniz, Bu hatt-ı hareketi dâima neşriyâtınızla tâkip eder ve sizlerin de kendileri gibi olduğunuzu
Aksi takdirde, sizlere gayrı ihtiyârî oldukça yükselmiş ve hatâlarının mühim kısımlarından
Sizlere bir zamanlar Cemiyetiniz'i o zamanki müşgül durumundan kurtaracak, cevher gibi
İddialarınız münhasıran bir ilim kurmaya mâtuf olsa idi, şahıslarınızın iktisap etmiş olduğu
Örnek olacak bir durumu iktisap etmemiş bulunmanızın bizzat tarafınızdan açıkça ve
Korkmayınız, dostlarım... Samimiyetle bu yolda yürüyün. Bağıra bağıra kusurlu olduğunuzu,
Dost acı söyler... Bu itîbarla mâzur görüleceğimizi tahmin ederiz.
Nûr olun... Şâd olun... Allahaısmarladık. Gördünüz mü, Varlık Bedri Bey'i ve çevresini nasıl fırçalamış?.. Ya biz ne yapalım?.. Hele
nefsini terbiye edip, kendini kurtarmadan Dünyâ'yı kurtarmaya kalkanlara ne diyelim?..
Ama durun... Daha az kullanılan kelimeleri vermedik ki, Tebliği gereği gibi anlayalım.
Üstelik bir süre tape hatâmız var, her sayfada olduğu gibi... Yazım hatâlarını da düzeltmek
gerek.
HÂZİRÛN , "hazır bulunanlar, toplantıya katılanlar" demektir. Spiritualist tâbirle AVRA,
AVRADAKİLER anlamındadır. Biz de kullanırız.
O tâbir nereden geliyor derseniz, Sultan II. Abdülhamid döneminde Ittihatçı olup dağa
çıkan Resneli Niyazi hep çok sevdiği geyiğiyle fotoğraf çektirirmiş, geyiğe duyduğu sevgi,
muhabbet böyle dile düşmüş. Ama tabii çarpıtılarak... Şimdiki geyik muhabbetlerinin ne
geyiği var, ne de muhabbeti.
TEMÂDİ , "sürme, sürüp gitme, devam etme, uzama" demektir.
Çok şükür, tamamladık. Ama ben yoruldum. Celse'yi incelemek size kaldı.
Değerlendirmelerinizi bana yazın.
Ruhi Selman selman@journalist.com
- BİR SPİRİTUALİSTİN
DÜNYASI - ANA SAYFA
Medyum: Reşat Bayer
Operatör: Bedri Ruhselman
Târih: 1954'den önce
GÜNEŞ GÖK, OT, TOPRAK , AĞAÇ!...
BALIK, BÖCEK, KUŞ, ÖKÜZ, MAYMUN, YAMYAM!...
SEN VE SİZLER.... SİZİN GİBİLER!....
CAN, CÂNÂN VE VİCDAN!...
müncer olduğu diyârlarda geçirilen pervâsız, serâzad, hür ve mes'uliyetsiz asırların,
devirlerin ağızlarda bıraktığı kan kokusu buram buram tüterken ve derûnlarda o
serâzat hayatların mes'uliyetsiz sarhoşluğunun derin izleri henüz durup dururken,
doğuda görülen alaca karanlık cılız bir güneşin doğacağını müjdeleyince, başlara daha
büyük bir sarhoşluğun, daha acı bir şuursuzluğun geldiğini, ağızlardaki kokunun da
büyük bir hazımsızlığa delâlet ettiğini görüyouz, anlıyoruz.
hattâ görmez olursa; zulmet devrinden alaca karanlığa çıkan Varlıklar'ın da gözleri
görmüyor ve önlerinde açılan yeni ufka, ne yazık ki, yine kör olarak bakıyorlar.
Güneş'in nurlandırdıklarına bakmak ve mümkün olduğu kadar yolunu görmeye çalışmak
lâzımdır.
Doğrudan doğruya Güneş'e müteveccih, sâdece Güneş'e mâtuf gözler, belki
bakarlar ama,
hiç bir şey görmezler. "Gördük" zannıyla kamaşan gözlerle kendini
kaybeden başlar
dönerler, dönerler...Nurlar içinde zulmete dönerler. Zâhir ve âşikâr
olanları görmezler de,
teşevvüşe düşerler. Hakikat içinde bâtıla, sür'at içinde atâlete,
sâdelik ve sarahat yerine girift olana,
samimiyet ve saffet yerine riyâya, dostluk içinde
düşmanlığa, tevâzu içinde nahvet ve gurura,
musavat içinde tevaffuka dönerler,
dönerler... ve yürüyemezler.
nice güneşleri, yürünen bir yolda bırakılan şehir ışıkları gibi ancak arkalarında görecekler
ve bizzat kendilerinin saçtığı nur ile arkadan gelenlere, karanlıktan çıkanlara yol
gösterdiklerini
görüp anlayacaklar.
MEVKUT , "süreli, vakitli, peryodik, eskimiş" demektir. Celse'de herhalde "eskimiş, bir türlü
yenilenememiş" anlamında kullanılmış olsa gerek.
ZAT-ÜL HAREKE , "kendi kendine hareket eden" demektir.
MÜNCER OLMAK, "bir yana çekilmek, nihâyet bulmak, sona ermek, sonuçlanmak"
demektir. Celse'de "bilginin kendi kendine hareket eden bir davranış hâline dönüştüğü, yâni
aranılan, peşinde koşulan bir şey olmaktan çıktığı" tamlaması içinde geçiyor.
PERVÂSIZ , "çekinmeden, korkmadan, korkusuz" demektir.
SERÂZAT , "dertsiz, tasasız, serbest, özgür, rahat" demektir.
DERÛN , "iç, içeri, öz, gönül, yürek, Ruh" demektir.
MÜTEVECCİH , "yönelmiş, dönmüş bir yere doğru yola çıkan, bir yere gitmeye,
bir şeyi yapmaya karar veren" demektir.
MÂTUF , "bir yöne eğilmiş, yöneltilmiş" demektir.
ZÂHİR , pek çok anlamı var. "açık, belli, dış yüz, görünüş" anlamı da var. "Görünen,
tecelli etmiş TANRI" anlamında ALLAH'ın isimlerindendir.
ÂŞİKÂR , "açık, apaçık, belli, besbelli, meydanda olan" demektir.
TEŞEVVÜŞ , "karışıklık, bulanma, şaşkınlık, bilincin sislenmesi ve uyuşma durumuna girmesi" demektir.
Ruhlar'ın Âhıret'e intikal ettiklerinde yaşadıkları şaşkınlık ve bocalama da "teşevvüş" diye
adlandırılır.
BÂTIL , "doğru ve haklı olmayan, çürük, temelsiz, asılsız, geçersiz" demektir.
ATÂLET , "tembellik, işsizlik, işlemezlik, eylemsizlik" demektir.
SARÂHAT , "sarih olmak, zâhir olmak. açık olma, açıklık" demektir.
GİRİFT , "birbirinin içine girip karışmış, girişik, çapraşık" demektir.
SAFFET . "saflık, arılık, temizlik" demektir.
RİYÂ , çok duyulan ama gerçek mânâları az bilinen bir kelime, "inandığı, düşündüğü
gibi davranmama, özü-sözü bir olmama huyu, ikiyüzlülük, gösteriş için yapılan hareket"
demektir.
TEVÂZU , "alçak gönüllülük, gösterişsizlik, kibirsizlik" demektir.
NAHVET , "kibir, gurur, kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme" demektir.
MÜSAVAT , "müsavilik, aynı hâl ve derecede olmak, eşitlik, denklik" demektir.
TEVAFFUK , "muvaffak olma, başarma" demektir. Celse'de ya yanlış kullanılmış,
ya da "başarılı olup üstünlük taslama" anlamında geçmiş.
LİBÂS , "elbise, giysi" demektir.
Medyum: Reşat Bayer
Operatör: Bedri Ruhselman
Târih: 1953
Özelliği: Son İrtibatı
pervaz edişinizi, kürelerden kürelere, âlemlerden âlemlere geçişinizi, nihâyet
Kâinat perdelerini
yırtıp aşmanızı, dâima memnuniyetle, bâzen de teşvik ile yakînen tâkip
eyledik, tesbit eyledik.
büyüyen endişelerimiz, hattâ bâzen üzüntülerimiz tâkip eyledi, tenkis eyledi.
endişelerimizin bâriz ve âşikâr izlerine tesâdüf edilir. Bu meyanda murakabe-i nefs, samimiyet,
sevgi ve bilhassa kendi kendinizi aldatmamak bâbındaki sözlerimiz, Tebligat'ımızı
realiteleriniz âsumânında bilâfütûr pervaz etmeden daha evvel yapılacak bir çok
işlerinizin
mevcudiyetini gözlerinizin önüne açıkça sermek ve biraz da bu hesapsız
uçuşlarınızı frenlemek
gâyesiyle verilmiştir, söylenmiştir.
Her girmek istediğiniz realite limanının kapısına bir gümrükçü edâsiyle dikilerek
dağarcıklarınızı
şöyle bir yoklasak, onların bu merhaleler için ithâli memnu mevadd ile
memlu olduğunu
hayretler içinde görürsünüz, anlarsınız.
uzaktan seyrede ede gözleriniz kamaşmış, etrâfınızı ve nerede bulunduğunuzu
göremiyecek
bir hâle gelmiş, bir zulmet ile muhat olduğunuzu anlıyamıyacak bir vaziyete
düşmüş bulunuyorsunuz.
takdir ise de, bir taraftan da bu Tekâmül'ü temin için lâzım gelen müşkilât ve
fedâkârlıklara
katlanamadığınızı ve işin kolayına kaçtığınızı, vicdan ve nefis muvazaasında
daha ziyâde
nefsin muhakemeli, mantıklı gibi görünen ısrarlı ve aldatıcı mütâalâalarına
kapıldığınızı,
yâni kendi kendinizi aldattığınızı gösterir.
sulak muhite bakıyor, ağaçların altının ne kadar serin, suların ne kadar leziz ve
hayat verici
olduğunu takdir ediyor, anlata anlata bitiremiyor, kendinizi orada, ağaçların
altında, suların başında
ve o leziz suları içiyormuş zannedecek kadar hayâle kaptırıyor ve
nihâyet karşınızda duran
o mesut hakikatı, ne yazık ki, bizzat kendi ellerinizle bir serâba,
bir hayâle tahvil ediyorsunuz.
ve düşe-kalka yürümeden oraya, tâ ağaçların altına varamaz, o lezzetli sudan kana kana
içerek
hayat bulamazsınız.
bırakınız. Bırakınız, geriye dönünüz. Dönünüz... Geride bıraktığınız nâtamam işlerinize
dönünüz.
Tâ zulmetlere dönünüz. Orada, o zulmet içinde evvelâ kendinizi bulunuz.
Bu buluş sâyesinde hayâlden hakikate varacak ve yine orada elinizdeki dağarcığın boş
olmayan muhtevâsı boşaltacak ve o zaman "elde ışık, zulmete koşma"nın, "nûra koşmak
olduğu"nu
lâfzan değil; bilfiil öğreneceksiniz.
zannedenlere - kendilerine şahsen hisse çıkarmayanlara- hitâben söylenmiş ve yine
bilhassa onlar için tertip edilmiş, terkip edilmiştir.
bütün hatâlarınızı itîraf ile işe başlamanızı ve bilâhare birbirinize hiç olmaz ise, bu
sözlerimizin
tamâmen hakikat olduğunu itîraf etmenizi temenni ederiz.
bunun tarafımızdan büyük bir sevinçle karşılanacağını biliniz.
her fırsatta yazarsanız, dünyânızın Tekâmül'e Susamış Varlıklar'ı sizi kendilerine daha yakın
görecekler ve etrâfınıza,. birlikte yürümek üzere, daha suhûletle toplanacaklardır.
kendini tenzih etmiş birer "mürşid" sıfatını vermiş bulunanlar, bihâhare sizlerin de
kendileri gibi
olduğunuzu görünce, sükût-u hayâle uğruyorlar ve bunun neticesi de çok
vahim oluyor.
kıymetli arkadaşların geleceğini müjdelemiştik. Hakikaten bu arkadaşlar aranıza geldi.
Sevkedildi.
Fakat kendileri Cemiyet'e mâl edilemedi. Lâzım gelen basiret gösterilemedi.
Çünkü bu arkadaşlar yukarda izah ettiğimiz gibi hâl ve harekâtınız karşısında sükût-u
hayâle
uğradılar, kırıldılar. Şimdi hâlen bulunan ve yeniden gelecek kıymetleri aynı hatâlı
yollarda
kaybetmemelisiniz.
mânevî kıymetler mevzu-u bahs olmaz ve kimseyi alâkadar etmez idi. Halbuki ahlâkî,
daha doğrusu mânevî kıymetlerin nasıl iktisap edileceğini, sonsuz İlâhî Tekâmül Yolu'nda
nasıl
sür'atle yürünüleceğini izaha çalışan mürşidler sıfatıyla, evvelemirde bizzat örnek
vermenizi
beklemek, istemek elbette ki sizlerle alâkadar olanların sarih hakkıdır.
samimiyetle ve her fırsatta itîrafı; örnek olmaya, mürşit olmaya giden yolun muhakkak ki
ilk atılması lâzım gelen adımını teşkil eder.
çok kusurlu olduğunuzu söyleyin. Bu yol sizi nûra garkedecektir.
MUHABBET , sık kullanılan ama mânâsı tam bilinmeyen bir kelimedir. "sevgi, sevme,
dostluk, yârenlik, dostça konuşma" konuşma demektir. Biraz daha derine inersek, o "dostça
sohbet aradaki sevgiyi artırırsa, konuşanlar dinleyenler sohbetten daha mutlu ve kaynaşmış
ayrılırsa "muhabbet" olur. Yoksa, "geyik muhabbeti"nden (ne demekse) öteye gitmez...
ÂSUMAN , "gök, gökyüzü, gök kubbe, semâ" demektir.
PERVAZ ETMEK , "kanat açmak, uçmak" demektir.
TEBÂRÜZ , "belirme, görünme" TEBÂRÜZ ETMEK, "belirtmek" demektir.
TEDRÎCEN , "derece derece, azar azar, giderek, gittikçe" demektir.
TENKİS , "azaltma, eksiltme, noksanlaştırma' demektir. Celse'de "memnuniyetimizi
azalttı" anlamında geçiyor.
TEBLİGAT , "tebliğler, bildirim" demektir.
TETKİK , "inceleme, araştırma" demektir.
BÂRİZ , "açık, belirgin, göze çarpan" demektir.
MURAKABE-İ NEFS , "nefis kontrolü, egoyu kontrol altına alma" demektir. Çünkü
MURAKABE , "denetim, gözetim, teftiş" demektir. Ayrıca tasavvufta "TANRI'ya
bağlanarak çile doldurma" anlamında kullanılır.
MEYÂN , "ara, orta" demektir. Celsede "bu arada" anlamında kullanılmıştır.
BÂB , "başlık, kapı, ata, ecdat" gibi anlamları vardır. Celsede "kendini aldatmama başlığı
altında" anlamında kullanılmıştır.
REALİTE , bildiğiniz gibi "hakikat, gerçek" demektir. Daha önce de söyledik herhalde,
Spiritualizm'de ayrı bir mânâ taşır. Bedri Bey "hakikat" karşılığı olarak realite kelimesini,
Mutlak Hakikat anlamında da "Verite"yi kullanır. İnsanlar Tekâmül ettikçe daha yüksek bir
hakikat seviyesine ulaşır ama, Mutlak Hakikat, Gerçeğin Özü ancak ALLAH'ın bileceği şeydir.
Bir insana göre doğru olanın başka bir insana göre yanlış sayılmasının sebebi, realitelerinin
farklı olmasıdır.
BİLÂFÜTÛR , "bezginlik duymadan, umutsuzluk duymadan, usanmadan" demektir.
BİLÂ olumsuzluk anlamı verir, "-siz, -sız" takısıdır.
DAĞARCIK , aslında "meşin torba" demektir, boyna takılır. Lâkin "hafıza, bellek,
repertuvar, bilgi hazinesi" anlamında kullanılır.
MEMNU , "men delmiş, mâni olunmuş, yasak" demektir.
MEVADD , Arapça kökenli bu kelime "madde"nin çoğuludur, "maddeler, cisimler"
anlamındadır.
MEMLU , "doldurulmuş, dolu" demektir.
MUHAT , "sarılmış, çevrilmiş, kuşatılmış" demektir.
ŞÂYÂN-I TAKDİR , "beğenilmeye lâyık" demektir.
MÜŞKİLÂT , "zorluklar, güçlükler" demektir.
MUVAZAA , "danışıklık, danışıklı işlem, bahse tutuşmak" demektir. Celse'deki "vicdan ve
nefis muvazaası" kavramı, "ego ile vicdanın bahse tutuşması" şeklinde geçiyor.
MUHİT , ""çevre, yöre, etraf" demektir.
TAHVİL , "değiştirme, dönüştürme, çevirme" anlamındadır.
ŞERHA , "yara, dilim, parça" demektir.
NÂTAMAM , "tamamlanmamış, bitmemiş, yarıda kalmış, eksik" demektir. NÂ olumsuzluk
anlamı verir.
MUHTEVA , "içindeki, içerik" demektir.
LÂFZEN , "sözün gelişine göre, kelime anlamına göre" demektir.
BİLFİİL , "iş olarak, iş edinerek, gerçekten, eylemli olarak, edimsel" demektir.
BİLÂTEFRİK , "ayırmadan, ayırt etmeden" demektir.
BİLHASSA , "özellikle" demektir.
TERTİP ETMEK ,"düzenlemek, sıraya koymak" demektir.
TERKİP ETMEK , "birleştirmek, bir araya getirmek" demektir.
BİLÂHARE , "daha sonra, sonradan" demektir.
TEMENNİ ETMEK , "bir şeyin gerçekleşmesini dilemek" demektir.
HÜSNÜNİYET , "iyi niyet, iyi dilek, temiz kâlplilik" demektir.
NEŞİR, "yayma, yayınlama, dağıtma, saçma" demektir. NEŞRİYAT, "yayınlar" oluyor.
HATT-I HAREKET , "hareket çizgisi, hareket tarzı" demektir.
SUHÛLET , "yumuşaklık, nâzilklik, kolaylık, uygun ortam" demektir.
GAYRI İHTİYÂRÎ , "isteğe bağlı olmayan, seçime tbağlı olmayan" demektir. GAYRI
olumsuzluk ön takısıdır.
TENZİH , "kusur kondurmama, arındırma" demektir.
MÜRŞİD, "irşad eden, doğru yolu gösteren, tarikat şeyhi" anlamları vardır. Varlık,
kelimeyi bizim tâbirimiz olan "Üstad" yerine kullanmış.
SÜKÛT-U HAYÂL , "hayâl kırıklığı" demektir.
VAHİM , "ağır, çok tehlikeli, korkulacak" demektir.
BASİRET , "gerçekleri yanılmadan görebilme kaabiliyeti, uzağı görme, sezgi, uyanıklık,
anlayış, kavrayış" demektir.
MÜNHASIRAN , "sâdece, yalnız, özellikle" demektir.
MÂTUF , "yöneltilmiş, yönelmiş" demektir.
İKTİSAP , "kazanma, edinme" demektir.
MEVZU-U BAHS , "söz konusu" demektir.
EVVELEMİRDE , "öncelikle, ilk önce" demektir.
SARİH , "açık, belirgin, kolay anlaşılır" demektir.
- BİR TEBLİĞ
- ÖLÜM VE SONRASI
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
- ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
- ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 61
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
- ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
- İBN-İ SİNÂ CELSESİ
- TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
- BİR OBSESYON VAK'ASI
- ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
- RÜYÂLAR - 1
- RÜYÂLAR - 2
- REİNKARNASYON
- ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
- İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI
YAŞADI?
- KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
- FİNCAN CELSELERİ - 1
- FİNCAN CELSELERİ - 2
- FİNCAN CELSELERİ - 3
- EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
- RÛHÎ FİLİMLER - 1
- ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
- ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
- BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
- CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
- SAPKIN RAEL TARİKATI
- TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
- SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
- MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
- ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
- KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
- J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
- SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
- MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
- "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
- ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
- SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
- KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
- RA "TEBLİĞ"LERİ
- HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
- VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
- HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
- ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
- ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
- ATLANTİS'İN KRAL RÂHİBİ THOTH'UN IVIR-ZIVIR MESAJLARI
- BAŞMELEK
METATRON ÜFÜRMELERİ