Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58

Bu sefer gene NÂZIRÎ Üstâdımız'dan bir Celse nakledeceğiz. Medyum yükselirken eskiden Obsedörü olan Annette ile karşılaşır. Anet'in durumu iyidir. Artık Medyum'u rahatsız etmemektedir.

Varlık: Annette, Nâzirî
Medyum: Hepşen
Târih: 23 Aralık 1966
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Merhabe Anet, nasılsın?
Varlık- İyiyim.
İ- Bir arzun var mı, Anet?
V- Hayır.
İ- Peki...Müsaade edersen, Üstât'la konuşalım.
V- Peki.
İ- Temâsı kes ve sür'atle yüksel.
V- ...... Merhaba, dostum.
İ- Merhaba, aziz dostum. TANRI râzı olsun. Hürmek ve sevgiyle selâmlarım.
Muhterem Üstâdım, bu gece gene bizi irşad edecek, Tekâmülümüze yarayacak
bir şeyler rica edeceğiz.
V- Meselâ?
İ- Sizin görüşünüze göre noksanımız olan, bu Avra'nın noksanı olan ne ise onu vermenizi...
V- Yalnız, bu benim söyliyebileceğim şeylerden faydalanabilmeniz için
İLK ÖNCE NOKSANINIZI İDRAK ETMENİZ LÂZIM. Eğer böyle idrak ettiğiniz
noksanlarınız varsa, onları sorun ki, söylenenler faydalı olsun.
İ- Evet??? Sual sormak isteyen var mı, efendim?...
Üstâdım, aklıma bir sual geldi. GÜZEL NEDİR?... Bunu târif eder misiniz?
V- ETRÂFINIZDA GÖRDÜĞÜNÜZ HER ŞEY GÜZELDİR. ÇİRKİN OLAN HİÇ BİR ŞEY YOK
YERYÜZÜ'NDE.

Güzel ve Çirkin diye bir değerlendirme yaparsınız. Etrâfınızda gördüğünüz cisimlerden
kimisini beğenir, kimisini beğenmezsiniz.... "YERYÜZÜNDE SİZE GERÇEK OLAN HİÇ BİR
ŞEY YOK" demiştim... Öylesine bir gerçek yoktur ki, bu hem bu devrede yaşayan bütün
insanlık için, hem de orada tek tek yaşayan şahıslar için... Şöyle ki; bir şeye "güzel"
dediğimiz zaman belki o sizin gibi pek çok kimseler tarafından da güzel olarak kabul
edilir... Ve sizin "çirkin" dediğiniz pek çok şey de yine pek çok kimseler tarafından çirkin
olarak kabul edilir.

Güzel'i tam olarak anlatabilmek için Çirkin'i de konunun içine katmak istiyorum. Çünki bir şeyin
gerçek değeri ancak onun karşıtıyla kıyaslanınca ortaya çıkar. Ğüzel'in ne olduğunu
anlamak için, Çirkin'den yürüyelim, isterseniz. Çünki eğer Çirkin'in târifini yapabilirsek,
"Bunun aksi de Güzel'dir" deriz..

Siz, Yeryüzü'nde yaşayan madde insanları olarak bir şeyin madde Güzelliği, madde görünüşü
hakkında bu hükümlere varırsınız. Çoğu zaman bir maddenin şekline Güzel veya Çirkin
diyebilmek için, belki aslında bunun size faydalı olup olmadığını düşünmeniz gerek...
Çünkü Güzel olan bir şey eğer sâdece kendisi için, eğer sâdece görünüş için güzelse,
bu faydasız demektir. Sâdece kendine saklı güzellikler, bir insanın etrâfına veremediği
güzellikler de hiç bir değer taşımaz.

Burada duracağım, çünkü aklıma rahmetli Âşık Veysel'in

Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa

türküsü geldi. Sonra da şöyle devam eder,

Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa!

V- Şu halde gerçek Güzellik, etrâfımızın faydalanacağı ,
etrâfımıza da verebileceğimiz, etrâfımıza dağıtacağımız şeylerdir. Yâni, gerçek Güzellik
insanın içinde gizli olup ta, etrâfına verebileceği değerler ve cevherdir. Şu halde Güzellik
maddede değildir. Çünki insan maddesinden veremez hiç bir şey etrâfına. Etrâfa verilemyen
şeylerde Güzellik yoktur.

Şu halde Güzelliğin târifi bizim için değil de, bizden başka herkes için faydalı olabilen şey
olarak ele alalım...Bu da, hepinizin kabul edeceği gibi, sizin "güzel" dediğiniz, "çirkin"
dediğiniz enerjinin toplandığı madde kitlesinde değildir de, buna Ruh veren iç bünyesindedir.
Şu halde Güzellik sizin zannettiğiniz gibi dış görünüşte değil de, bu dış görünüşün meydana
gelmesini sağlayan, daha doğrusu bu görüntünün sebebi olan varlıktadır. "Varlık" demiyelim de,
GERÇEK VARLIK'tadır. Çünki ancak etrâfına verebilen budur. Gerçek Güzellik, yâni Ruh'un
Güzelliği maddeyi aşar. Ben'i aşar da, Sen'e ulaşır.

Bunun için gerçek Güzellik hiç bir zaman "şu veya budur" diyemeyiz. Bunun ne olduğunu
anlıyamayız. Yâni, maddede olmayan da, Ruh'da olan Güzellik bile Gerçek değildir.
Çünki hepimizin de bildiği gibi, Gerçek sâdece bütün insanlar için değişmeyen, her şart
altında aynı olan şeydir. Halbuki Ruh Güzelliği de dâima değişir. Mâdem ki Ruh Güzelliği
sâdece etrâfına faydalar sağlayabilen bir özellik taşır, şu hâlde bir şeyin faydalı olması
veya faydasız olduğunu sâdece sizin bir ihtiyâcınız olup olmaması ile ölçebilirsiniz. Yâni,
fayda veya faydasızlık da hiç bir zaman gerçek bir anlam taşımaz.

Şu halde "Güzellik diye bir şey yoktur," veya "her şey Güzeldir," diyebileceğim. .
Çünkü...... bir insanın ihtiyâcı nasıl ki bir diğerininkine uymazsa, bir Güzel'in verebileceği
şey bir diğeri için zararlı; bir Çirkin'in verebileceği şey bir diğeri için faydalıdır. Şu hâlde
Güzellik hem Güzel'de, hem Çirkin'dedir. Güzellik sâdece, bir başka deyimle, sizin istediğiniz
veya ihtiyâcınız olan şeydedir. Aslında Güzellik veya Çirkinlik yoktur da, sizin buna duyduğunuz
ihtiyaç vardır.

Sizin ihtiyâcınız olan şey size veriliyorsa bu Güzellik, sizin Ruhunuzun aç olduğu gıda önünüze
sunuluyorsa, bu sizin için en büyük Güzellik'tir. Ama sizin istemediğiniz şeyse, sizin tek
olduğunuz şeyse, bu sizin için Güzellik vasfını kaybeder. Güzellik sâdece sizin ihtiyâcınız
olan şeydir.
İ- Şu hâlde ihtiyâcımız olmayan şeyler üzerinde bir Güzellik ve Çirkinlik mevzu-u bahs olmıyacak mı?
V- Sizin ihtiyâcınız olmayan şey, bir başkasının ihtiyâcıdır.
i- İyi ama, hükmü ben veriyorum.
V- Güzellik sâdece sizin içindir. Herkes için değişebilen bir şeydir.
Eğer istediğiniz şey, istediğiniz anda ve istediğiniz şartlarda size verilebiliyorsa, bu ancak
o zaman Güzel' dir. Ama bunların bir tânesi eksik olursa, o sizin için faydalı olmak vasfını
kaybedecek ve böylece güzel olmayacaktır.

Güzellik; sizin istediğiniz şeylerin aynı zamanda sizin ihtiyâcınız olan şeyler olduğu takdirde,
belirli bir düzen içinde, belirli bir sırayla size sunulmasıdır.

Burada durmamız gerek... Hemen belirtelim, Tebliğ içinde siyah harflerle yazılmış kelimeler düzeltmedir. Medyumlar zaman zaman nakil hatâları yaparlar. Bâzen de Varlık düşük cümleler kurar, yanlış kelimeler kullanır. Hiç unutmam, bir Medyum, Varlığın kullandığı "taktik" kelimesini "tik-tak" diye nakletmişti... Burada da Medyum, "Güzel" yerine "Güzellik" demiş...

Sizin değerlendirmenizi bilmem ama Varlık, hiç hazırlıklı olmadığı bir konuda çok Güzel bir şekilde bu konuyu anlatıyor... Bakın, burada bile ben kendi tercihimi belirttim. Bana Güzel gelen size hiç de öyle olmayabilir, hattâ Çirkin, gereksiz, boş lâf diyebilirsiniz. Güzel gerçekten insandan insana değişen bir şey... Arabesk müziği bâzıları çok "banâl" bulurken çoğu insan bayılmakta!.. Çok sevdiğiniz, Güzel bulduğunuz çay, önünüze soğuk veya bayat gelince hemen Çirkinleşmiyor mu?.. Demek ki Güzellik ihtiyâca ve isteğe bağlı. O yüzden Varlık, İdâreci'nin "Demek ki ihtiyâcımız olmayan şeylerde Güzellik-Çirkinlik diye bir şey yok" şeklindeki itirâzını, "Sizin ihtiyâcınız olmayan şey, bir başkasının ihtiyâcıdır" diyerek karşılıyor. Yâni, bir başkası onu Güzel bulabilir. Kaldı ki, senin ihtiyâcın yoksa, aldırmadığın bir şey aslında senin için Güzel değildir, Güzel bulmadığın da aslında senin için Çirkin'dir.

Şimdi diyebilirsiniz ki, "Güzel bulduğum bir çiçek, bir manzara, benim hangi ihtiyâcımı karşılıyor?" ... Göz zevki ihtiyâcını... Güzel bulduğun bir müzik parçası kulak zevki ihtiyâcını... Güzel dediğin bir yemek damak zevki ihtiyacını karşılar.

Farketmişsinizdir, bizim Celseler'de Varlığın her dediği "şıp" diye kabul edilmez. İtirazlar, hattâ tartışmalar olur. Bilhassa Geri Varlıklar'da gaalip çıkan dinleyicilerdir. Böyle itirazlar daha önce naklettiğimiz Celseler'de de vardı.

İdâreci- Şimdi meselâ herhangi bir çiçeği ele alalım. Çok beğeniriz. Hakikaten Güzel'dir..
Göz zevki olarak onun renklerinden, onun biçiminden hoşlanırız. Ama onun kokusu veyâhut
ellediğimiz zaman verdiği zarar büyük olabilir. Biz buna rağmen, onun sâdece rengi veya
biçimiyle Güzel buluyoruz.
Varlık- Bu sâdece dış görünüşe âit bir târif oluyor.
İ- Evet, dış görünüş olarak...
V- Ama esas Güzellik burada değil. Esas Güzellik onun hepsinde... Onun size verdiklerinde...
Aslında Güzel olan bilgi... O değil de, sizin ondan aldığınız...

Meselâ, gül... Aynı gülün kokusu için... Kiminiz beğenir, hoşlanırsınız, kiminizi hasta eder,
bayılır... Şu halde bu sizin için Güzel, onun için değildir.

İ- Bâzı şeyler var ki, Güzel'dir... Meselâ, bu Efes'te rastladığım, Kuşadası'nda Güzel bir çiçek
görmüştüm. Hayâtımda ilk defa... Hakikaten kadife gibi, yaprağı veyâhut tomurcu olan
yapraklar kadife gibi uzun, bir çiçek vardı. Kopardım. Fakat, ALLAH muhafaza,
kokusundan bütün otel mahvoldu. Ben bunu büyük bir zevkle, görünüşü itibâriyle aldım
ve hakikaten karşısında büyük bir huşû duydum, ama o kadar...
V- Evet. Burada sizin isteğiniz vardı.
İ- Nedir benim burada isteğim?
V- Onu almak meselâ.
İ- Onu almak ama...
V- O anda onu almak için bir ihtiyaç duydunuz.
İ- Aldım.
V- Öyle değil mi?
İ- Aldım, hattâ vazoya da koydum. Çünkü hakikaten bana zevk veriyordu, görünüş itibâriyle.
V- Ama o Güzelliğe bir de Çirkinlik karışmıştı.
İ- Evet. Şu halde Güzel ve Çirkin gene ayrılıyor. Ayırdım.
V- Ayırmayın! İkisi burda birleşti, aksine.
İ- Evet ama, bir yandan "Güzel" dedim, bir yandan da "Öf! Aman!" dedim.
V- Şimdi burada sizin ayırdığınız çiçek değil de, ona âit olan diğer bir madde... Koku...
İ- Evet...
Nizâmettin Bey- Siz rengine "Güzel" dediniz, kokusu Güzel gelmedi.
İ- Evet, efendim.
V- Aslında Güzel olan bunların hepsini kendinde toplayan... Toplayabilen...
İ- Evet... Şimdi Ali Bey'in ricâsı: "Şu İç Güzellik'le Dış Güzellik arasında bir irtibat
var mıdır?" diyorlar.
V- Şimdi burada bâzı şeyleri ayırmamız gerekecek...
Her şeyden önce madde dünyâsına inen bir Varlık, maddeleşen şekliyle, daha doğrusu
ancak maddeleşen şekliyle bâzı tecrübeleri edinecektir. Bunun için dış görünüşü Güzel
olanın mutlaka içinin de Güzel olması, veya dış görünüşü Çirkin olanın içinin de Çirkin
olması gerekmez. Bunun için kesin bir şey söylemek imkânı yoktur ama, bir tek şey sizin
İç Güzelliğiniz hakkında belki bir fikir verebilir.

Unutmayın, İnsanın Ruhu gözlerine akseder... Çünkü Ruh'un dış âlemle irtibâtını sâdece
gözler sağlar.

Bir insanın bakışlarına bakın... Eğer o size bir şey verebiliyorsa, inanınız ki, Ruhlarınız da
anlaşacak... Çünkü o gözlerinden gördüğünüzü siz değil de, sizin Ruhunuz görüyor...
Ama yüzünün, ağzının, burnunun, elinin, bacağının şekli, onunla ilgisi olmayan şeyler...
Sâdece gözler mühim... Şekil olarak değil, bakış olarak... Sizin bakışınızla anlaşabilen bakış,
sizin için Güzel'dir.
İ- Evet... "O güzel gözlerle bakmasını bil" denir.

Burada duralım... "Ruh'un dış âlemle irtibâtını sâdece gözler sağlar" ifâdesindeki "sâdece" kelimesine itiraz olabilir. Kalak da dış âlemle irtibat kurar. Belki Ruh, başka yollardan da dış âlemle irtibat sağlıyordur. Bilemeyiz... Biraz daha yukarıda Varlık çiçeğin Güzel rengi ile Çirkin kokusu için "ayırmayın, aksine birleştirin" diyor. Çünkü o çiçek, ikisinin bir arada olmasıyla varlık gösterebiliyor. Çünkü Güzel ve Çirkin ancak bizim kendi değerlendirmemiz... Belki o "çirkin" koku bal arılarını çekiyor ve nefis bel yapmalarına sebep oluyor.... Bilemeyiz.

İdâreci- Başka sual sormak isteyen var mı bu hususta?
Nizâmettin Bey- Maddeyle Güzellik mevzuunu fayda teorisine istinat ettiriyoruz. Şimdi
"Bizim fayda mülâhaza ettiğimiz, faydalanacağımızı umduğumuz her şey Güzel'dir"
diyoruz. Yâhut Güzel oluyor... Bir marangoza bir masa ısmarlıyorsunuz. Masa size fayda
temin edecektir. Onu kullanacaksınız. Sizi faydalı olacak masayı târif ediyorsunuz.
Târifiniz üzerine yapılmıyor ama, gene alıyorsunuz. Beğenmediğiniz halde kullanıyorsunuz.
Fayda temin ediyor. Acaba bu Güzellik'le zıtlaşmış olabilir mi?
Varlık- Size; "sizin istediğiniz şeyin, sizin istediğiniz şartlarla sunulması" şeklinde söylemiştim.
İşte biraz önceki çiçeği ele alın. O da sizin masanız kadar Güzel... Sâdece fayda teorisi
değil... bilmem, anladınız mı?
NB- Yâni, sâdece fayda teorisine istinad ettirmiyoruz.
V- Hiç bir zaman!
NB- O zaman kıstas...
V- Burada ihtiyâcınız sizin, masaya duyduğunuz ihtiyaç değil de, güzel bir masaya
duyduğunuz ihtiyaç...
Ali Bey- Başta insanlar, hayvanlar dahi dâima Güzelleşmek ihtiyâcını hissederler.
Meselâ bir kedi tüylerini düzeltir, parlatır. İnsanlar dâhil, bütün canlılarda bir Güzelleşmeye
doğru bir gidiş vardır. Bu ihtiyâcı niçin hissederler acaba?
V- İnsan Yeryüzü'nde yaşarken etrâfında pek çok şey görür. İri, ufak, büyük, kısa, uzun,
yeşil, kırmızı, mâvi... Dış dünyâmız çok zengin... ve bütün bu etrâfında gördükleri şeyler
onda bir takım hisler uyandırıyor ve Güzel karşısında huşû hissi, ona bambaşka bir duyuş
ve hissediş veriyor. Bu Güzelliğin karşısında duyduğu hissi, etrâfındaki insanlar da onun
karşısında duysun istiyor. İşte bunun için insanlar kendilerini devamlı Güzelleştirmek
çabasındadırlar. Çünki Güzel'in karşısında duydukları o yüce hissi, etrâfındaki insanlara
verebilmek isterler.

Bu sâdece Güzelleşmenin bir tarafı... Aynı zamanda diğer bir yönü de sâdece kendine
duyduğu güveni artırabilmek için... Çünki Çirkin bir şeyin, Çirkin bir insanın,Çirkin bir
maddenin insanlar tarafından hor görüldüğünü bilir insanlar... Çünki kendisi de Çirkinliği
aynı şekilde görür. Beğenmediği bir çiçeği bir tarafa atar! Bunun için kendisinin de o bir
tarafa attığı şeylerin arasında olmasını istemez. Sâdece kendi yönünden bilir ki, Güzelleştiği
zaman ilk önce kendine olan güveni artacaktır. Ve yine bilir ki, kendine olan güveni artan bir
insan başkalarının da güvenini kazanacaktır... Aynı zamanda bu biraz da insanları aldatmak
içindir.

Burada gene duralım... Ali Bey Canlılar'daki Güzelleşme içgüdüsünü sormuş. Çok yerinde bir sual... Tasavvuf ehli bunu Kâinat'ın yaradılışına bağlar. Derler ki, "ALLAH diledi. Bilinmek ve sevilmek için Kâinat'ı yarattı". Bunu da bir Kudsî Hadis' bağlarlar. Kudsî Hadis , Peygamberimiz'in dilinden dökülen, fakat ALLAH kelâmı olduğuna inanılan sözlerdir. Şöyle ki "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.” Böylece ALLAH yarattıkları vâsıtasıyla O'nu hissetmemizi ve sevmemizi istemiştir. Bir şey nasıl sevilir? Bütün Celse boyunca anlatıldığı gibi, onu Güzel bulursanız... ALLAH da yarattıklarını görerek, bilerek, faydalanarak, güzel bularak sevilir. O'nun elbette ki buna ihtiyâcı yok. İhtiyâcı olduğundan değil. bizim O'nun yarattıklarının Güzelliğini görerek zevk almamızı, Varlığın dediği gibi "huşû" duymamızı istediğinden... Huşû neydi?... Daha önce verdik ama, tekrarlıyalım, "TANRI'ya boyun eğme, gönlü sevgi, saygı ve korku ile dolu olma, hayranlık ve sevdiğini kırmak, kızdırmak korkusun karıştığı bir duygu, alçak gönüllülük" demekti. ALLAH'tan korku ancak O'nun istemediği bir şeyi yaparak O'na karşı gelme korkusudur, yoksa bir zâlimden korkar gibi değildir.

Demek ki, Kâinat'taki Canlı-Cansız diye bildiğimiz her Varlık Güzelliğiyle bizim sevgimizi kazanmak, böylece ALLAH'ı sevmemize vesile olmak için yaratılmıştır. Üstâd'ın en başta dediği gibi "Etrâfınızda gördüğünüz her şey güzeldir. Çirkin olan hiç bir şey yok Yeryüzü'nde," İnsan da öyledir. Ama aşırıya gider, Güzelliği ile şımarır veya onu insanları aldatmak için kullanırsa; hem kendine, hem de başkalarına zarar vermiş olur. Çirkinleşir.

Nizamettin Bey- Şimdi kısmen Güzellik'le faydalı olmayı bağdaştırdık. Faydalı olmak,
iyilik yapmakla bir bağdaşma durumu vardır. İyilik'le Güzelliğin irtibâtını sağlayabilir miyiz?
Varlık- Biraz önce demiştim ki size, "Güzellik insanın gözlerinden akseder" ... ve ancak
iyi olan bir Ruh gözlerden Güzel olarak akseder.

İyilik ve Güzellik belki aslında hem birbirinden ayrılır, hem de birbirinden hiç farklı değildir.
Eğer Güzelliği sâdece Fayda Güzelliği, sâdece faydalı olan cephesiyle ele alacak olursanız,
İyilik bununla berâberdir. Ama Güzelliği bir tüm olarak ele almayıp ta, kısım kısım, parça
parça inceliyecek olursanız, o zaman İyilik'ten ayrılır Güzellik... İşte biraz önceki çiçek gibi...
Sâdece bir yönüyle Güzel... Bunun için "iyi" değil...

İnsanlar da böyledir işte... İnsanları Madde ve Ruh olarak, o çiçeği olduğu gibi, madde ve
koku olarak ikiye ayırabilirsiniz. Dış görünüşüyle Güzel olan bir insan, belki "kokusu" itibâriyle
Güzel değildir. Burada Güzellik vardır, daha doğrusu göze görünen Güzellik vardır. Yine
maddenin maddeyi değerlendirmesi vardır, ama bu Güzellik, yaklaştığınız zaman, elinizi
uzattığınız zaman, veya sizin olduğu zaman Güzel olmaktan çıkacaktır, sizin için. Çünki
sizden uzaktayken sizin için Güzel olan çok şey, elinize aldığınız zaman, tıpkı o biraz önceki
çiçek gibi sizin için Güzel olmak vasfını kaybedecektir...

İşte insanlar da böyle çoğu zaman... Güzel olan bir arkadaş seçersiniz kendinize... İsterseniz,
bunu bir "hayat arkadaşı" olarak ele alalım. Evlenirken, daha doğrusu bir yuva kurarken
çoğunuzun ilk baktığı şey, dış görünüştür. Zannedersiniz ki, bununla pek çok şeyler
sağlayabilirsiniz... Ve bir insan hiç bir zaman dış görünüşünü beğenmediği bir kimseye
yaklaşmaz ve onunla böyle bir yakınlık, birlik kurmak istemez.

Şu hâlde, böyle bir bağ kurarken ilk önce dış görünüşe bakar ve onun güzel olmasına
dikkat edersiniz. Bile bile hiç kimse Çirkin'e yaklaşmaz, çünkü... ama pek çoğunuz,
hemen hepinize yakın bir kısmınız diyebileceğim buna,
(Güzel diye beğendiğinize)
yaklaştığınız zaman gerçek Güzelliğin bu olmadığını anlıyacaksınız. Tıpkı o koparıp ta
vazoyu koyduğunuz çiçeğin kokusu gibi ... İşte onun altında, bu Güzelliğin altında da,
daha doğrusu bu Güzelliği değerlediren daha bâzı şeylerin vârolması gerektiğini
anlıyacaksınız ki, bu da İyilik oluyor...

Şu hâlde İyilik ve Güzellik belki o çiçeğin kokusu ve şekli gibi birbirinden ayrılmayan,
birbirini tamamlayan şeylerdir insanlarda. Ama maddede İyilik ve Güzellik... (daha doğrusu
bu "maddede İyilik" olmayacak, fayda olacak) Maddede Fayda ve Güzellik birbirinden ayrı
şeylerdir.

Şu hâlde, Güzellik, sizin anlamınızda Güzellik, sâdece maddede, İyilik sâdece Ruh'tadır.
Maddede ise İyilik ve Güzellik değil; Fayda ve Güzellik vardır.

Gene burada durmamız lâzım. Üstâd'ın ifâdesiyle, "daha doğrusu", bir açıklama yapmamız gerek.

Efendim, bu Dünyâ'nın, hatta Kâinat'ın bir adı da "Farklar Âlemi"dir. Farketmemiz için nasıl renkler, sesler varsa; aydınlık-karanlık, iyi-kötü, Güzel-Çirkin gibi zıtlıklar vardır. Dünyâda hiçbir şey zıddı olmadan farkedilmez.

Ama bunların hiç biri TANRI için vârit değildir. O'nun için karanlık-aydınlık olmadığı gibi, zaman-mekân dahi yoktur. Çünkü Zaman'ı da, Mekân'ı da yaratan O'dur. Ve insan Tekâmül ettikçe, TANRI'ya yaklaştıkça (ki, bu ifâde dahi doğru değildir, çünkü mekân-mesâfe yoktur) farklardan kurtulur.

Şimdi Üstâdımız "Etrâfınızda gördüğünüz her şey güzeldir. Çirkin olan hiç bir şey yok Yeryüzü'nde" bu farklardan kurtulmuş hâli ifâde etmektedir ki, bizler daha o noktadan çok uzağız. Ama Üstât, "iyi olan bir Ruh gözlerden Güzel olarak akseder" derken Farklar Âlemi'ne göre konuşmuş... Çünkü biz iyi insan - kötü insan diye ayırım yaptığımız gibi, "iyi Ruh- kötü Ruh" şeklinde ifâdeler kullanıyoruz. Aslında Ruh hiç bir zaman kötü olmaz, çünkü ALLAH, "ona Ruhum'dan üfledim" diyor. (Sad Sûresi, 72. Âyet, Hicr Sûresi, 29. Âyet) Hiç ALLAH'ın Ruhu kötü olur mu?... Ama işte, Dünya hayâtı, biz ayırım yapıyoruz... Ancak Tebliği bu anlattıklarımızın ışığında değerlendirmek lâzım.

Varlık- Etrâfınızda gördüğünüz maddelere bakın... Bunların pek çoğu sizin için Güzel'dir.
Faydalı değil diye Çirkin diyemezsiniz. Onun Güzelliğini takdir edersiniz, fakat onun faydalı
olmadığını da bilirsiniz. Madde ve insan arasındaki Güzellik'te fark budur. Birinde Fayda ve
Güzellik bir arada olmalı, diğerinde Fayda ve Güzelliğin bir arada olması gereksiz. Belki
madde ile insanın, daha doğrusu sizin "cansız" dediğiniz şeyle insanı ayıran şey de bu...

Güzellik sâdece maddede... fakat bu Güzelliği sizin için faydalı hâle sokabilen, daha doğrusu
sizin için gerçek değerli bir hâle sokabilen de onun Ruhundadır. Ruhunda ise Güzellik
değil de, İyilik ve Fayda vardır. Şu hâlde insanlar için, daha doğrusu bir insanın gerçek
Güzelliği onun maddesinde değildir. Çünkü o zaman "cansız"dan farkı kalmayacak.
Maddesinde değil de, iç yapısındadır. İç yapısındaki Güzellik ise sâdece sizin için gerekli
olan şeydir. Sizin ihtiyâcınız olan şeydir. Eğer bir insan sizin ihtiyâcınıza cevap verebiliyorsa,
sizin için Güzel'dir.

Tebliğ burada biraz karışmış gibi... Hattâ Üstat daha önce söylediğinin tersini söylemiş gibi... Ne demişti daha önce? "Güzellik sâdece sizin ihtiyâcınız olan şeydir" demişti. Bunu altta "Güzellik ise sâdece sizin için gerekli olan şeydir. Sizin ihtiyâcınız olan şeydir. Eğer bir insan sizin ihtiyâcınıza cevap verebiliyorsa, sizin için Güzel'dir" diye tekrarlıyor ve Fayda'ya işâret ediyor ama, başta "Etrâfınızda gördüğünüz maddelere bakın... Bunların pek çoğu sizin için Güzel'dir. Faydalı değil diye "Çirkin" diyemezsiniz" ifâdesi var. Sanki ikisi çelişiyor gibi... Son cümlenin başına "Görünür şekilde" ibâresini koyarsak, çelişki ortadan kalkıyor.

Bir şey görünür şekilde faydalı değil, diye ona elbette ki "çirkin" diyemezsiniz. Çünkü en azından göz zevki ihtiyâcınızı karşılıyor... Sonra Üstat "Madde ile insan farklıdır. Maddede bu Fayda ile Güzellik bir arada olmasa da olur. Ama insan da mutlaka ikisi bir arada olmalı" diyor. "İnsanla madde arasındaki fark bu" diyor... Sonra insanla devam ediyor: "Diyelim ki Güzelliği sâdece maddede... Bu gerçek Güzellik değil. O kişinin gerçek Güzelliğini ortaya çıkaran, sizin için faydalı ve değerli bir hâle sokan güç onun Ruhundadır. Şu halde bir insanın gerçek Güzelliği onun maddesinde değil; onun Ruhundadır. Ruhundaki Güzellik te aslında size ve etrâfına sağladığı İyilik ve faydadır. Sizin gerçek ihtiyâcınız da karşınızdaki insanın Ruhundaki bu iyilik ve Fayda'dır. Onu bunlarla Güzel görün" diyor!...

Ben böyle yorumladım. Bilmem, siz ne dersiniz?

İdâreci- Teşekkür ederim.... Şimdi buradan bir yere daha atlayabiliriz. İnsanlarda öyle bir hassa
vardır ki, göz doyması... Bir insan gözü doymazsa, Rûhen tatmin olmaz. Sofrada ne olursa olsun,
eğer gözümüz doymazsa, oradan ne kadar yersek yiyelim, ne kadar görürsek görelim,
tatmin olmayız.
Varlık- Bakın, çok güzel bir noktaya geldiniz. O yemek sofrası, o üzerinde binbir çeşit
renkli şeyin bulunduğu sofra, sizin için ne zaman Güzel'dir?.. Sâdece o sofraya oturmadan...
değil mi?...Ama çoğu zaman o sofradan kalktığınız zaman aynı şeyi hissetmezsiniz. Çünki
onlar sizin ihtiyâcınız olan şeylerden, daha doğrusu sizin için faydalı olan şeylerden uzaklaşmıştır.
İ- Evet. Burada Fayda ile Güzelliği...
V- Güzellik siz sâdece ona ulaşmadan önce, daha doğrusu o sofraya oturmadan önce vardı.
Ama belki de kalktıktan sonra sâdece bir mide ağrısı olacak hissettiğiniz... O zaman o sofra da
sizin için Güzel olma vasfını kaybedecek.
Nizâmettin Bey- Peki, efendim. Güzelliğin Tekâmül'le irtibâtını istirham edebilir miyiz?
Ben şöyle düşünerek sordum bunu: Ruhlar Tekâmül ediyor... Bu tekâmül safhasında da
ikinci defa, üçüncü defa, müteaddit defâlar dünyâya gelirken, veya bedene girerken kendine
Tekâmülünü sağlayacak bir vasat vardır. Acaba her değişik bedene girdikçe acaba daha
Güzelini mi seçiyor?.. Tekâmül'le bedenin, maddenin Güzelleşmesi var mıdır?
V- Hayır. Hiçbir zaman!... Siz, sorduğunuz soruda anlaştık mı?
NB- Evet, efendim. teşekkür ederim.
V- Hayır, ondan önce
ki ?
İ- Benim mi, efendim?
V- Evet.
İ- Evet, efendim. Tamam, orası doğrudur. Hakikaten öyledir, fakat bütün buna rağmen
bu bir egoizma meselesidir. Çünkü göz doymayınca, göz görmeyince bol miktarda bir
şeyi, azar azar verilse doymayacak gibi gelir ki, bu da egoizmaya giriyor. Onun için yine
bir geriliğin ifâdesidir.
V- Tekâmül'ün ifâdesidir... Tatmin oldunuz mu?
Beyhan Hanım- Güzellik'le huzur... Bâzı Güzel olan şeyler huzur verir. Bâzısında duymayız.
Neden?
V- Güzel sâdece sizin, sâdece ayağınıza uyan pabuçttur.
İ- Evet. Rahat olarak giyilebilen şey Güzel'dir.
Tamam mıyız?..... Peki, Üstâdım. Medyumumuz biraz rahatsız. Müsaade ederseniz fazla
yormıyalım. Sizin başka bir emriniz var mı?
V- Hayır. Siz sorun. Anlaşılmayan bir şey var mı?
İ- Medyumumuz'un durumu nasıl, efendim?
V- İyi.
İ- Peki, efendim. Bu hususta başka var mı, efendim?
Nizâmettin Bey- Bundan 3.000 sene evelki insanların şekli ile bugünkü insanların
şeklinin arasında, bizim görüşümüze göre, bir Güzellik farkı var. Ve ortada bir Tekâmül
mevzuu olduğuna göre, 3.000 sene evvelki insanlara nazaran bugünkü insanların Tekâmül
ettiğini kabul ediyoruz. Ve o zamanki dış yapı ile bugünkü yapıyı mukayese edersek,
yine bir Güzellik, Tekâmül'le birlikte yürüyen bir Güzellik ortaya çıkıyor. Bu acaba sâdece
bizim görüşümüz müdür, yoksa hakikaten böyle bir şey var mıdır?
İ- "Yoktur" dediler.
V- Yapılan sanat eserlerine bakın...Dâima onlar en Güzel'i resmeder. Öyle değil mi?
İ- Evet.
V- Demek ki o devir için, o anlayış için o Güzel'miş.
İ- Tamam.
NB- Çünkü daha eski devirlerde yapılan sanatı bugün begenebiliiyoruz. Bugün yapılan
sanatı da icâbında eskiyle mukayese edebiliyoruz.
İ- Kuzguna yavrusu Güzel görünür... O kadar... İdrâkimiz nisbetinde...
V- Ama insan nesli olarak ele alırsanız, nesillerde, belki insanda bir "Güzelleşme" demiyeyim
ama, bir değişme oluyor. Ama bu değişme sâdece sizin için Güzel ama, bugün yaşayan
bir insanı acaba bundan onbin sene yaşayan nesle gösterseniz, o aynı fikirde mi olacak?
Bunun için Güzel, "sizin Tekâmülünüze uygun olarak Tekâmül eden" dedim.
İ- Evet, efendim.
V- Çok beğendiniz bir kimseyi ele alın... Onunla aranız iyi olduğu zaman onu Güzel
görürsünüz. Ama onun bir kötülüğüne uğradığınız zaman, onu hiç bir zaman eskisi kadar
Güzel görmezsiniz. Değişen sizin ihtiyâcınıza verilen cevaptır. Bunun için "Güzellik maddede
değil de; sizin ihtiyâcınıza verilendedir" dedim.
İ- Evet, efendim... Peki, Üstâdım, müsaadenizle ayrılalım.
V- Evet.
İ- ALLAH râzı olsun, efendim.

Hiç başka bir Varlığın Güzel ve Güzellik üzerine bu kadar konuşabileceğini, bu kadar mantıklı açıklamalar yapabileceğini düşünür müydünüz?

*****

Efendim, biz kendimizi Bedri Ruhselman-Enis Behiç Koryürek-Turgut AkkaşFerhan Erkey--Erol Sayan ekolünün savunucusu olarak görürüz. Bu yüzden kendi Celselerimiz'in yanısıra Bedri Bey'den, Ferhan Erkey'den, Turgut Bey'den Celseler nakletmeyi bir görev biliriz. Çünkü Spiritualizm meraklıları ancak böyle gerçek bir Medyum, gerçek bir İrtibat tanımış olurlar. Yoksa, her gözünü kapayanın Uzaylılar'la, Siriuslu biriyle, veya Andromeda Galaksisi'nden Konfederasyon mensubu bir generalle, Sirius yıldızından bir Uzaylı ile, hattâ Amon-Ra ile görüştüğü sananlar ortalığı toza dumana boğacaklar... Kısacası, Ergün Arıkdal ekolüyle mücâdele hâlindeyiz.

Rahmetli Reşat Bayer 1966 yılında Ferhan Bey'i ziyârete gelmiş, kendisi ile Ferhan Bey'in muayenehânesinde tanışmıştık. Reşat Bey, Bedri Ruhselman'ın Medyumluğunu yapmış olmasına rağmen, şüphelerinden kurtulamamış; Spiritualizm'de elle tutulur, gözel görülür ispat edilebilecek hususlar peşine düşmüştü. Bunun için kendine çalışma sahâsı olarak Reinkarnasyon'u seçmiş, bu konuda bir de kitap yazmıştı. Bir Celse'de ne kadar Üstün bir Varlık ile İrtibat kurulursa kurulsun, ne kadar üstün bir Tebliğ alınırsa alınsın, bunu ispat diye kabul etmiyordu.

Aslında haklıydı... Ruhlar'la İrtibat ispat edilemez bir konudur. Ancak kendiniz bir delil görür, inanabilirsiniz...Ne var ki, Reşat Bey'in üzerinde çalıştığı ve asistanlığını yaptığı Ian Stevenson dahi, Dünyâ'nın dört bir yanından veri toplamasına rağmen, "Cases Suggestive of Reincarnation- Reinkarnasyon İntibaı Uyandıran Vak'alar" adı altında basabilmişti. Çünkü ortaya ne delil koyarsanız koyun, insnlar inanmak istemedikçe, vak'alar tekrarlanmadıkça "bilimsel" kabul edilmiyordu.

Bütün bunlara rağmen, Ferhan Erkey de çevrenin etkisinde kalarak 1966 yılında "Parapsikoloji Araştırmaları Derneği"ni kurdu. Hepimiz o dernekte çalıştık. Ama ne faaliyeti yürütecek bir gelir sağlayabildik, ne de ispat yönünden bir başarı elde edebildik. Naklettiklerimiz o tarihlerde derlediğimiz dosyalardan.... Derneğin âkıbeti mi?... Bizim 1972'de kurduğumuz ve bir ay sonra kira ödeyemediğimiz için feshettiğimiz dernek gibi oldu.

Şimdi vereceğimiz Celse o döneme âit... Ferhan Erkey, beş Medyumlu bir çalışma yapıyor... Enteresan bulacağınızı zannediyorum. İsim-soyadı verdiklerimiz başka yerlerde ismi geçen kişilerdir. Diğerlerinin soyadını vermiyoruz. Baştan beri öyle yaptık.

Varlık1 : Hazret-i İshak
Varlık2 : Nâzırî
Varlık3 : Annette
Medyum1: Esat Ozan
Medyum2: Hepşen Hanım
Medyum3: Şükran Hanım
Medyum4: Nedret Hanım
Medyum5: Handan Hanım
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Târih: 30 Ekim 1966
Usûl : Manyetik-Hipnotik Karma

Medyumlar'ın beşi de uyutulup derinleştirildikten sonra elleri birbirine tutuşturulur ve yükseltilirler. :

İdâreci- Bizimle görüşmek ister misiniz bu hususta? Ne yapabiliriz?
Varlık2- İlk önce EN ÇOK YÜKSELEN'le
(Medyum Esat Ozan) berâber öbürlerine aynı şeyi
vermeye çalışmaları gerek... Aynı şeyi düşünmeyi başarabildikten sonra GÖRÜNTÜ'yü
gerçekleştirme yoluna gideceğiz.
İ- Şimdi şu hâlde evvelâ...
V2- Tamâmen kafalarını boşaltıp verilen EN ÇOK YÜKSELEN'in vereceği şeyi hepsinin
birden hissedip hissetmediğini kontrol edeceksin.
İ- Şimdi şu hâle Esat'ı da yükselteceğiz. Şimdi bu Medyum'u indireyim mi, efendim?
V2- Evet. Hep berâber
(yükselecekler). Bundan sonraki seferden itibâren GÖRÜNTÜ'yü
gerçekleştirmek için çalışsın.... Ve bu Masa başında olacak.
İ- Peki, efendim. Şimdi bu akşam böyle bir şey olabilir mi?
V2- Hayır. Bu akşam değil. Bir daha
ki sefere.
İ- Şimdi öyleyse bu Medyumumuz'u indireceğim. Hep berâber yükselteceğim.
V2- Evet.
İ- Bir dahaki sefer, ne gün için emir buyruldu?
V2- Hepsi için müsâit bir gün olmalı.
İ- Peki, teşekkür ederiz. Bunu uyandıkları zaman arkadaşlardan soracağız. Şimdi şu
hâlde indiriyorum bunu... En kuvvetli olarak Esat kardeşimizin şeysiyle...
V2- Evet.
İ- Onunla berâber İrtibatı temin ede ede yükselinecek, öyle mi efendim?
V2- Evet. ...... 4-5 henüz anlamadılar, ne olduklarını, onlara bak... Onlara sor,
yükseliyorlar mı?
İ- Nedret Hanım, yükselmeye devam!.. Handan Hanım, yükselmeye devam!.. Ruh ve
Beden münâsebetleriniz gevşiyor...
Medyum1- Sağ ilerdeki, düşündüklerinden tamâmen kendini kurtarsın!
İ- Nedret Hanım, düşündüklerinizden kendinizi kurtarınız. Serbest bırakınız.
M1- ..... Düşünmesin!... Başka şeyler düşünüyor hâlâ!..
İ- Başka şeyler düşünmeyiniz.
M1- .... Çıkıyorum....
İ- Evet.... Yükselmeye devam!... Birbirinizi görüyor musunuz?
M1- .... Yalnız sol ilerdeki birdenbire kendini kaybedebilir... Ona dikkat edin.
İ- Peki.
M1- ..... Karanlık'tayız.... Farkındalar mı?....
Medyum2- Evet...
Medyum3- ... Evet.
Medyum4- Evet...
Medyum5- ... Evet.
M3- ... Mosmor bir karanlık... Kırmızıyla mor karışımı...
M1- ..... Çıkıyorum....
İ- Çıkıyorsunuz.
M1- ... Normalden biraz daha aşağıda Hazret-i İshak'la görüşecekmişim.
(Bâzı Medyumlar heyecanlanır)
İ- Sükûnetle!... Sükûnetle!...
M1- Pek bir şey olmaz. Bizi Hazret-i İshak aldı himâyesine.
İ- ALLAH râzı olsun.
Varlık 1- .... Merhaba!..
İ- Merhaba, aziz dostum. ALLAH râzı olsun... Biraz evvel arzettğim ve sizlerce mâlûm olan...
V1- Ve şimdi beni dinle!
İ- Buyurun. Emredersiniz.
V1- Siz bu benim... bana bağlı olanın burada yapacağ mühim iş... Siz onun YÜKSELİŞ
KUDRETİ'nden faydalanacaksınız... Ona hiç bir zaman sual sorup, cevap istemiyeceksiniz.
O icâb eden yere kadar sizi çıkartacak... Buna içinizde tahammül edemiyenler olacak.
Bu tahammül edememe devam ettikçe, bu iş uzar... Ona göre ayarlayın işinizi... Yalnız
burada sağımdakini konuşturacağız. Bütün suallerin cevaplarını ondan alacaksınız...
Olur mu?
İ- Başüstüne, efendim.
V1- Fakat burada en mühim iş bunda... Bunun YÜKSELME KUDRETİ'nden faydalanacaksınız.
Fakat bu Yükselme gücüne tahammül edemiyenler, bir takım kötü hâllere girebilirler.
Siz bunları kontrole almaya çalışın... Baktınız ki, tahammül edemiyorlar, bu zincirden
çıkarırsınız. Tahammül edecekleri alırsınız. Çünkü o seviye herkesin durabilmesi lâzım.
Olmazsa, temâşa edemezler.
İ- Doğru.
V1- Anlatabildim mi?
İ- Evet.
V1- Şimdi siz ortadakine ... bir kişi... Yalnız o bizim kontrolümüzde olarak biz onun
bütün yükselmelerini tanzim edeceğiz. Konuşacak olan da gerek sağındakinin Rehber
Ruh... Fakat o Rehber Ruh ta bilir ki, biz kendisini idâre ediyoruz... Tanzim edeceğiz.
O konuşacak... Fakat ortadakine hiç bir şey sormayın... O hiç bir şey söylemiyecek.
Bu... Mühim bir şey daha söyliyeceğim... BU İŞ YAPILIRKEN, KAT'İYYEN MEBLÂĞ
DÜŞÜNMİYECEKSİNİZ!..
İ- Gâyet tabii bir şey.
V1- BUNU BİR ŞEY MUKABİLİ YAPMIYORSUNUZ!... Ama şöyle olur, böyle olur...

Biz daha ilk sayfada, "Bütün mânevî mevzularda, gerçek tarikatlarda olduğu gibi, Spiritualizm'de de SERVET-ŞEHVET-ŞÖHRET peşinde koşulmaz!.. Bunlardan birine bulaşmış kişiden, kişilerden, topluluktan hayır gelmez!" demiştik... İşte dostumuz da bunu bir kere daha hatırlatıyor. "BU İŞ YAPILIRKEN, KAT'İYYEN MEBLÂĞ DÜŞÜNMİYECEKSİNİZ!.. BUNU BİR ŞEY MUKABİLİ YAPMIYORSUNUZ!" diyor.

Varlık1- Ondan sonra, bu akşamki zinciriniz tamâmen şartlara uygun değil...
Bundan sonra bunları tamâmen şartlara uygun olarak buraya getirin ve öyle bağlayın
birbirine... Olur mu?
İdâreci- Başüstüne, efendim.
V1- Solumdakini düzelttik. Şimdi iyidir o... Şimdik, siz devam edin... Yalnız benim...
bana bağlı olan olan bu Bedenli'ye hiç bir şey sormayın. Çünkü Yükselme hızını,
muvazeneyi bozarsınız. Yalnız sağındaki ile konuşun her şeyi... Olur mu?
İ- Başüstüne, efendim.
V1- Fakat bütün şeyi bu idâre edecek... Ondan hiç çekinmeyin!.. ALLAH yardımcınız
olsun.
İ- Âmin... Şimdi yükselmenize devam ediniz.
Medyum1- ... Yalnız, Hazret-i İshak diyor ki, "Sol tarafındaki belki sıyrılabilir gibi bâzı
çekişmeler olur. Onların el irtibâtını sağdaki gibi yapın. İyi değil el bağlamaları" diyor...
Sağdaki nasıl, öyle bağlayın onu da...
İ- Peki, efendim.
V1- Yâni ortadaki hâkim olsun tutma işine... Onun elinden çıkamasın öbürleri, istese de...
(İdâreci el bağlantısını yapmaya çalışır) Hayır, bu taraf gibi... sağa bakın, öyle yapın...
İ- Handan, buradan Şükran Hanım tutsun. Tamam, doğru... Hepşen Hanım, oradan...
V1- Siz şeye... şimdik dâima kontrolde bulunun... Orta ile hiç alâkadar olmayın...
Ona bir şey olmaz, biliyorsun...
İ- Peki, efendim.... Yükselmenize devam edin.
V1- Her şeyi bildiğiniz gibi devam ettirin... Konuşmalarınızı da serap temin edin (?)...
Güle güle!...
İ- Başüstüne. ALLAH râzı olsun.... Yükselmenize devam edin.. Rahat ve sâkin olarak...
Medyum2- .... Dağın eteğindeyim... O dağın eteğinde bir nehir var. Onu daha önce
görmemiştim... Dağ nehrin sağ tarafında kalıyor. Kuzey doğusundan sür'atle bir
otomobil geçiyor... Yukarı doğru gidiyor...
M1- Soldakine sorun, ne görüyor?
İ- Şükran Hanım, ne görüyorsun?
Medyum3- .... Çok fazla bir aydınlıktayım... Hiç görmedğim bir aydınlık... Kırmızı bir
araba gördüm...
İ- Kırmızı bir araba gördün?
M3- Evet... Burda bir zat... Kim olduğunu bilmiyorum... Bir zat var... Bilmiyorum. Kim,
tanımıyorum.
Mİ- Sağ taraf devam etsin.
İ- Siz devam edin, Hepşen Hanım.
M2- Genç bir kız var arabanın içinde... Sarı saçlı... Uzun, sarı saçlı... 20-21 yaşlarında...
O indi arabadan.
M1- Sol ilerdeki ne görüyor?
İ- Handan, sen ne görüyorsun?
Medyum5- .... Düzlüğe doğru yürüyen bir kız var...
İ- Evet, başka???
M5-.... Saçları uçuşuyor... pırıl pırıl... İyice yaklaştı... Arkası bomboş...
M1- Şimdi sağımdaki aklından geçirecek gördüklerini... Söylemiyecek... O söylemeyince,
soldaki söylecek ne gördüğünü... Ondan sonra sağdaki gördüğünü... Tutuyor mu, bak!...
İ- Hepşen Hanım, siz gördüğünüzü söylemiyeceksiniz... Gördüğünüzü kuvvetli olarak
düşünün... Şükran Hanım, siz şimdi gördükleriniz anlatın.
M3- .... Bir yol görüyorum... O yolda yürüyen bir kız var... Bir kere daha gelmiştik bu
yamaca... Ordan dönüyorum...
M1- Sorsana gene, aynı şeyi mi düşünüyor?
İ- Siz ne gördünüz, Hepşen Hanım? Aynı şeyi mi?
M2- ... Elinde sepet koşan bir kız... O kız koşuyor merdivenlere doğru... yoldan...
İ- Evet... Nedret Hanım, gördüğünüzü yüksek sesle...
Medyum4- Ben hiç kız falan görmüyorum... Yalnız deniz kenarına oturmuş, gurup
seyreder gibi kırmızı, mor, eflâtun, turuncu renkler görüyorum...
İ- Evet... Hepşen Hanım, devam...
M2- .... Merdivenlerden koşarak çıktı... Elinde bir şey vardı. O yolda kaldı. bu... Büyük
bir üzüntüyle koşuyor. Başında... başında... veya elinde eşarp gibi bir şey... Onu
fırlattı attı... Bir ölümle karşılaştı. koşa koşa karşımda kapıya bir şey atıyor...
M1- Bir şey atıyor... Bir mest... Bir büyük ağaç var. Çok kalın... Onu anlattır ona.
M2- O dışarda.
İ- Onu anlatacaksınız.
M2-Yolun sol tarafında, bahçeden eve doğru giden yolun sol tarafında, o ağacın biraz
daha ilerisinde çok küçük bir havuz var. Çok küçük... Etrâfında çakıl taşları... Orada
iki kişi oturmuş, kızın arkasından bakıyorlardı. Ama o kadar hızlı koştu ki, göremedim
onları... Babası ölen kızın...
İ- Babası mı ölen?.. Kızın babası mı?
M2- Evet.
İ- Adı ne kızın?
M2- Bilmiyorum.
İ- Babasının adı?
M2- Babasının da adını bilmiyorum.
M1- Bu kadar yeter!
M2- 55-56 yaşlarında, başında çok saç olmayan, yüz hatları aşağı doğru...
M1- Kesin artık! Bu kadar yeter. Bundan sonra işin daha ilerisine gideceğiz. "Yeter"
dememin sebebi, tahammül edemezler. Sağdaki eder de, soldaki de biraz eder...
ama ötekiler edemezler, ondan.
İ- Ayıralım mı onları?
M1- Hayır. İsterseniz birazıcık daha konuşturun.
İ- Peki???
M1- Devam ettirmeyin fazla.
İ- Peki. Evet, Hepşen Hanım, gördüklerinize devam edin.
M2- Ömrünün son yıllarını hastalıkla geçirmiş bir adam... âdeta öleceği günü değil de,
saati bile biliyormuş gibi bir hâli var...
İ- Adını öğrenebilir misiniz?
M2- Bilmiyorum adını... Yalnız sağ elinle kolu, bileği civârında bir iz var... Dirsekle
bilek arası. bir işâret var.
İ- Ne işâretidir bu?
M2- Bir iz...
İ- Bu iz bir bıçak, yoksa bir darbenin mi, yosa bir dövme olarak mı?
M2- ... Seçemiyorum tam...
M1- Yavaş yavaş seçecek... biraz daha...
M2- ....Hafif büzük... yanık gibi... dağlanmış gibi... sağ kol bileğin... bu bileğine daha
yakın... kolunun dış tarafında. .. Çok sarı bir cilt bu...
İ- Şahsı târif edebilir misin bize?
M2- Onu çok iyi seçiyorum... Gözleri kapalı, rengini bilemiyeceğim ama, pek açık
olmamalı. Gür değil saçları... Gördüğüm kadarıyla saçları çok az...
İ- Renk olarak???
M2- Koyu renk... koyu... Kumral gibi... siyah değil...
İ- Yüzü???
M2- Yüz hatları aşağı doğru... Gözleri ve ağzının çizgileri aşağı doğru... Çenesi köşeli
ama yüzü yuvarlak... Garip bir hal var... Âdeta iki insan gibi... Yüzünden çok yumuşak
bir insana benziyor. Ama çenesi korkunç haşin.
V1- Bu akşam kâfi...
İ- Peki, efendim.
M2- Söylemek istediği bir şey var.
İ- Nedir?
M2- .... Söyliyemedi.
M1- Söyleteceğiz sonra, kâfi şimdi.
M2- Yapılmasını istediği şey...
İ- Nedir? Bizim tarafımızdan mı?
M2- Hayır. Yakınları tarafından.
İ- Nedir?
M2- Söyliyemeden öldü... Gözleri kapalı olduğu hâlde, bunun acısını seziyorum...

Bundan sonra Medyumlar uyandırılır.... Peki, ne yapıldı?... Üstât Hazret-i İshak, Medyumu vâsıtasıyla diğer Medyumlar'a bir İmaj verdi. Medyumlar da almaya çalıştılar... Bu ne kadar zor bir şey, tahmin edebiliyor musunuz?... Bir kişi meselâ bir ağaç düşünüyor, beş kişi bu ağacı aynı anda, aynı şekilde görmeye çalışıyor... Üstâd'ın GÖRÜNTÜ dediği bu... "Bundan sonraki seferden itibâren GÖRÜNTÜ'yü gerçekleştirmek için çalışsın.... Ve bu Masa başında olacak" diyerek daha sonra bu GÖRÜNTÜ'yü Medyumlar'ın elele tutuştuğu Masa Celsesi'nde FANTOM'a, yâni bir hayâle dönüştürme, EKTOPLAZMA çıkarma şekilnde sürdüreceğini söylüyor.

Peki, Celse'de ne oldu?... Hazret-i İshak o gün şartların müsâit olmadığını , Medyumlar'ın hazır durumda olmadığını söylemesine rağmen, çalışmayı başlatıyor. Dört Medyum, en tecrübeli Medyum Esat'ın yardımı ile birlikte yükselmeye başlıyorlar. Medyum2 önce bir dağ ve nehir görüyor. Ötekiler bunu göremiyorlar. Medyum3 bir araba ve bir zat görüyor. Araba ortak İmaj... Medyum2 arabada bir kız görüyor, kız iniyor ve bu kızı Medyum3 ve Medyum5 de görüyor. Ortak İmaj... Yalnız Medyum4 tamâmen ayrı bir İmaj görüyor. Kendini deniz sâhilinde gurubu seyrederken buluyor. Medyum 2 kızın eşarp attığını söylüyor, ama Medyum1'in verdiği İmaj'da atılan şey bir mest... Namaz kılanların giydikleri ayakkabı... Sonra bir ağaç İmajı veriyor. Medyum2 ağacı görüyor ama, dikkati kızın ölen babasında yoğunlaşıyor. Diğerleri burada kopuyor, onlar ne ağacı, ne de oturan adamları görüyorlar. Nedense Medyum2 kızın ölen babası üzerinde yoğunlaüşıyor. Onu târif ediyor, hattâ acısını bile hissediyor... Medyum1, Hazret-i İshak'ın ikazıyla bu kadarını kâfi görüp Celse'yi bitiriyor...

Merak etmişsinizdir, bir dahaki sefere ne oldu?... Maalesef bir dahaki sefer hiç olmadı. Medyum Esat Bey bir süre toplantılara gelmedi. Sonra da vefat etti, Cebeci Asrî Mezarlığı'na defnedildi. Ferhan Erkey İstanbul'a taşındı. Orada çalışmalarını sürdürmeye çalıştı, ama olmadı. Bir tek "Einstein" kitabını bastırabildi. O da 2002'de vefat etti... ALLAH cümlesine gani gani rahmet eylesin. Üzerimizde çok emekleri vardır.

*****


İnsanoğlu bir tuhaftır. Korkunç ego sâhibidir. En basit köylüsünden devlet başkanına kadar herkes kasıntıdır. "Küçük dağları ben yarattım" havasıyla gezinirler, başkalarını küçümserler. Aslında en bildiklerini sandıkları konularda dahi "tın-tın" câhildirler. meselâ, ülkemizin % 99'u Müslüman, değil mi?... Defâlarca televizyonda seyrettim. Muhabirler sokak sokak dolaşıp, hem de büyük şehirlerde, vatandaşa soruyorlar: "Âmin ne demektir?" ... "İmân'ın ilk şartı nedir?" ... Doğru cevap verebilenler bir elin parmaklarının sayısından az!... Niye?... Okuma, öğrenme arzusu az da, ondan!... Ortalığı tarikatlar basmış, "tarikatçıyım" diyen adama Tasavvuf konusunda bir sual soruyorsunuz, apışıp kalıyor. Yâhu, silsile bile ŞERİAT, TARİKAT diye gider. ŞERİAT merhalesinde daha çok ŞEKİL ön plândadır, TARİKAT'ta ise ŞEKLİN ARDINDAKİ MÂNÂ ön plâna çıkar. Şeriatçı biri "Niye namaz kılmadın?" diye seni azarlarken, Tarikat mensubu senin davranışlarına, niyetine bakar. Ama şimdiki tarikatçılar, eğer tâcizci, tecâvüzcü değilse, şeriatçıdan beter şekilcidirler. MANÂ'dan haberleri yoktur. Aynı durumu İnternet sayfalarında da görebilirsiniz. Birileri bir şey açıklamak istiyor, anlayabilirsen gel beriye!... Üniversite dersleri de öyle. Çoğu profesör kendi yazdığı kitabı motamot anlatır. Ama yazma becerisi olmadığı için yazdığı da, söylediği de anlaşılmaz.

Bu konuya niçin girdik. Üstat Ermiş bize bir sual yöneltmiş. Toplantı'ya katılanlar cevap vermişler. Bakalım kaçı doğruya yaklaşmış?

Varlık :Ermiş
Medyum: Zekiye
Celse İdârecisi: Ali
Tarih : 1 Şubat 1968
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Varlık- ..... Merhaba!
İdâreci- Hoş geldiniz. ALLAH râzı olsun. Dua edelim.
V- ALLAH râzı olsun... Bu akşam için ne düşündünüz?
İ- Ben hiç bir şey düşünmedim.
V- Ne gibi şeyler bekliyorsunuz?
İ- Beklemiyoruz ama, temenni ediyoruz.
V- Peki. Size mevzuyu ben vereceğim. Siz konuşacaksınız. Sonra da ben söyliyeceğim.
Ne dersiniz?
İ- Memnun oluruz, efendim.
V- TASAVVUF ne demek?
İ- Umuma mı tevcih ediyorsunuz suali?
V- Evet. Bu konuda konuşabilecek kimseler var. Herkes bildiğini kendince söylesin.
İ- Şimdi herkesin sesini işiteceksiniz.
Yahya Bey- Ben Tasavvuf'u ALLAH'a giden en yakın yol olarak tanıyorum. Hattâ "kulun
ALLAH'ta olması" şeklinde kabul ediyorum. Mâdem ki her şeyi BİR'e bağlayan bir
düşünce tarzıdır, bu bakımdan her şeyi ALLAH'tan gayrı görmüyorum.

Galiba yukardaki iddiamızı geri alacağız. Yahya Bey ilgilendiği Tasavvuf'u güzel açıklamış. Bakalım, diğer konuşanlar ne diyecek?

Varlık- Başka?? ... Herkes konuşsun?
Mehmet Bey- Kırmamalı, kırılmamalı... Ne kıracağız, ne kırılacağız.
İ- Benim düyşünceme göre de Tasavvuf, yaratılmanın mânâsını bilmek ve öğrenmek.
Doktor Bey- benim kanaatime göre, ben Tasavvuf'u Tasavvuf olduğu için değil de,
benim istediğim şey Tasavvuf'a uyduğu için benimsediğimi zannediyorum. Neden dua
ederken ellerimiz havaya kalkar?.. Neden dâima ALLAH denilen mefhumu kendimizden
uzaklaştırıp, kendimizi ondan ayırıyoruz?..
Varlık- Neden ALLAH'ı içinde hissetmeyip te, O'nu uzaklaştırıyorsun?
Doktor Bey- ALLAH'ı sâdece kendi içimde değil, her şeyde, içinde de, dışında da... Ben
böyle kabul ediyorum... İnsanları da bunun dışına çıkarmıyorum. Benim anlayışıma göre
ne Ruhlar, ne madde, ne ALLAH, ne kul... Bence ayrılmayan şeyler... Tasavvuf'un
kastettiği herhalde budur.
V- Evet. Yalnız neden "ALLAH'ı uzaklaştırıyoruz" dedin?
Dr.B- ALLAH'ı uzaklaştırmak şöyle oluyor: Dua ederken ellerimizi havaya kaldırmakla,
nedense ona bir yön vermek istiyoruz.
M.B.- Gözlerimizi yumalım, kâfi belki.
Dr.B- Ona bile ihtiyaç yok... Dâima bir gösteri payı oluyor. İşte bütün bu gösteriden
uzaklaşıldığı takdirde, Tasavvuf yaşanır doğrudan doğruya... Târif değil de...

Fena gitmiyor, değil mi?... Bu Toplantı'daki muhterem kişiler boş değilmiş. Yalnız bâzı kelimeleri dikkatle seçerek kullanmak lâzım. ALLAH kullarından ve yarattıklarından uzaklaşmaz. Hep onlarla berâberdir. Kul, ALLAH'ı kendinden uzak zanneder. Bu sâdece zandan ibârettir. Onun da ızdırâbını duyar... İkincisi, kişi "ALLAH'ım" diye duaya başlıyorsa, ki, çoğumuz öyle yapıyoruz, zâten ikilik doğmuştur. Kul ve TANRI ayrıdır. O yüzden önünde secdeye kapanmışsın, ellerini havaya kaldırarak dua etmişsin, farketmez. Peygamberimiz de ellerini açarak ve bâzen havaya kaldırarak dua ederdi. Ki o, her zaman ALLAH ile berâber olduğunu bilendi.

Varlık- Evet, başka???
Birisi- Benim nâciz kanaatime göre Tasavvvuf bir insanın her gördüğü, her dokunduğu
şeyde ALLAH'ı içtenlikle hissedebilmesidir. başka bir şey düşünemiyorum.
Muzaffer Bey- Bence Tasavvuf insanın kendi iç dünyâsına bakışıdır.
V- Sâde iç dünyâna bakmak yetiyor mu?... Sâde iç dünyâna bakarsan, dışarda kalanlar
ne oluyor?
MB- Bana yetiyor.
V- Eğer sâde sen içini görüyorsan, hiç bir şey ifâde etmez. Anladın mı bir şey?
M.B.- Anladım.
V- Bir evvelki konuşan, "Her gördüğünüz, her dokunduğunuz şeyde hissetmek " dedi.
ALLAH'ı, sen yalnız içinde değil; her şeyde, güzelde çirkinde, iyide kötüde, her şeyde!...
Her şeyde hissedebiliyor musun?... Hissedebiliyor musun?
M.B.- Bunların hepsi bende mevcut olduğu için, baktığım zaman hissedebiliyorum.
V- Sâde kendin için konuşma. Sen karşındaki bir insanda, yâhut ta bir eşyada ALLAH'ı
hissedebiliyor musun?
M.B.- Hissetmiyorum.
V- İşte olmadı... O zaman kendi içinde nasıl hissediyorsun?
M.B.- Hiç bir insan bir... eşyaya boş gözle bakınca ALLAH'ı hissedemez ki!.. Sâdece ben
değil ki.
V- Mârifet işte boş gözle bakmamakta!... Göz sana sâde görmen için değil; göndüğünü
anlaman için verilmiştir... Ondan bir hisse kapabiliyor musun?... Gördüğün şeyler sana
birşeyler anlatabiliyor mu?... İşte o zaman değeri var.
M.B.- İşte "içe bakış"tan kastım, eğer ben yaradılışımdaki mânâyı kavrayabilirsem, o zaman
anlıyorum.
V- Çirkin diye vasıflandırılan bir şeyi güzel görebiliyor musun?
M.B.- Görürüm.
V- Her zaman mı?
M.B.- Her zaman olmaz tabii.
V- İşte her zaman güzel görmesini bilirsen, o zaman olur... Evet, başka???
İdâreci- Efendim, çok güzel bir şey söylediniz. Çok ta doğru ama, ben şahsî olarak
söylüyorum, çok çirkin bir şeye baktığımız zaman, nasıl "güzel" diyebilirim?..
Diyemiyorum... Ben istiyorum ki, o kötü de, çirkin de iyi olsun da, "iyi" diyeyim ona.
V- Demin birisi Tasavvuf'u târif ederken "Her şey BİR'dir" demişti. Her şey ALLAH'tan!
İ- Evet.
V- Mâdem öyle, her şeyi BİR olarak kabul ediyorsunuz. O kötü şeyin de ALLAH'tan,
yâhut çirkin şeyin ALLAH'tan olduğunu niye kabul etmiyorsunuz?.. Eğer o çirkin şeyin
de ALLAH'tan bir parça, O'nun yarattığı bir şey olarak kabul ederseniz, o zaman
bakışlarınız değişir.
İ- Şüphesiz, efendim. Kötü de, çirkin de öyle... ALLAH'ın yarattığı!
V- Tamam.

Bizce "tamam" değil!... Ya Varlığın dili sürçtü, ya da Medyum çok yeni, o yanlış nakletti, "ALLAH'tan bir parça" olmaz!... ALLAH parça parça bölünemez. Ancak her şeyde bir Lem'a-yı İlâhî, yâni ilâhî bir Parıltı, bir Nur, bir Işık vardır ki, ALLAH'a giden yolu aydınlatır, ALLAH'ı gösterir. Gören gözlere tabii... Bu da başka bir Tebliğ'den alınmış ifâdedir ama KUR'AN âyetine dayanır. "ALLAH göklerin ve yerin nûrudur. ALLAH nûruna dilediğini kavuşturur." (Nûr Sûresi, 35. Âyet)

İdâreci- Ama işte biz insânî his olarak bir kötüye "iyi" deyip te sevemiyoruz. biraz olsun
haklı değil miyiz bu mevzuda?... İstiyoruz ki, her şey iyi olsun. Her şey güzel olsun.
Varlık- Evet, insanlar öyledir, maddîdir.
Doktor Bey- Diyelim ki, her şeyi güzel göreceğiz. Ama ihkâr edilmez çirkinlikler var.
Hadi, onları da güzel görme yüceliğine ulaşmaya çalışalım. Her şeyin güzel olduğu bir
yerde güzelin değeri ne olur?.. O zaman çirkin diye bir mefhum kalkıyor ortadan. Her
şey güzel... Ne olacak?
V- O zaman her şeyde ALLAH'ı bulacaksınız. Ama bunu hiç bir zaman ne bizler o
Dünyâ'da iken, ne bizden evvelkiler, ne sizler, ne de sizden sonra gelecekler bunu böyle
yapabilecek.

İki husus için duralım... İki kelime... Biri İNSAN... Böyle ortamlarda "yontulmuş varlık" anlamında kullanılır. Mükemmel olanına da KÂMİL İNSAN veya İNSÂN-I KÂMİL denir. "Tekâmül etmiş Varlık" anlamındadır. Hatâlı varlığa da BEŞER denir, hattâ herkesin bildiği "beşer şaşar" ifâdesi vardır. İdâreci "beşerî his" deseydi, daha doğru olurdu. Çünkü "insânî duygular" , "insan hakları" deyince hep İNSAN'ın iyi ve yüce yönleri kastedilir.

İkincisi, Varlık "Hiç kimse o noktaya ulaşamadı, ulaşamıyacak" diyor ama, bilinmez. Belki ulaşanlar olmuştur, belki ilerde olacaktır. Ancak ALLAH bilir, kimin o mertebeye ulaştığını.

Varlık- Anlatabildim mi?
Doktor Bey- Bâzı istifamlar kaldı.
V- Meselâ?
Dr.B- Şimdi her şeyin güzel olduğu yerde, çirkinin olmadığı yerde, ALLAH'a vardık.
Her şeyin büyük olduğu, küçüğün olmadığı yerde ALLAH'a vardık... Yâhut ta tersi...
O zaman "sıfat" denen şey ortadan kalkıyor. Ne büyüklük, ne küçüklük...
V- Şimdi ben... Yâni, "her şeyde, çirkinde güzeli görüp te çirkini yok edin" demek
istemedim... O çirkinden bile bir hisse alabiliyor musunuz?.. kendinize bir hisse payı
çıkartabiliyor musunuz?.. Evet?
Oktay Bey- Üstâdım, bu çirkini "çirkin" olarak kabul etme değil de, en çirkin şeyi bile
en güzel tarafından almak. Doğru olan bu bence.
V- Tamam!... İşte "Ondan hisse kapabiliyor musunuz?" diyorum...

Biz içinde bulunduğumuz Dünyâ'ya "Madde Âlemi" diyoruz. Bunun bir diğer adı da "Farklar Âlemi"dir... Fark gördüğümüz, fark ettiğimiz sürece BİR değil, ikilik, kesret, yâni çokluk vardır sizin için. Farklar da sıfatlar ve isimlerle kaabildir. Burada adını unuttuğumuz Doktor Bey'in bahsettiği sıfatlar, cisimlere âit sıfatlar (güzel-çirkin, uzun-kısa, iyi-kötü) olduğu gibi, ALLAH'ın Kâinat'a yansıyan ve KUR'AN'da 99'u sayılmış olan İsimler'i ve ona bağlı Sıfatlar'ıdır... Ancak unutmıyalım ki, sıfatlar söz konusu olduğu müddetçe fark vardır, BİR, yâni VAHDET, yâni ALLAH'ın BİRLİĞİ, TEKLİĞİ (ki, sâdece TEK TANRI olduğunu değil, yarattığının da TEK olduğunu ifâde eder) görülmez, anlaşılmaz. Sıfatlar ve İsimler ortadan kalkınca sâdece ZAT kalır. O'na da yok olmadan ulaşılmaz. Yâni insan ALLAH'a ulaşmaz, ALLAH'ta yok olur. Bu son durumu KUR'AN, TEK olmayla birlikte şöyle açıklar: "ALLAH ile birlikte başka bir tanrıya yalvarma! O’ndan başka tanrı yoktur. O’nun Vechinden (Zât'ından) başka her şey YOK olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz." (Kasas Sûresi, 88. Âyet)

Varlık- Meselâ, sizce Hırsızlık kötü, değil mi?
Öğrenci Cenap- Evet.
V- Ve bir hırsızı alın ele... Siz ona ne kadar kötü bir gözle bakıyorsunuz. Fakat ondan
sizin bir hisse çıkartmanız lâzım. Eğer o hırsız olmasaydı, siz ne olurdunuz?...
İ- ???
V- Değil mi?... Belki o düşmeyecekti, siz düşecektinizaynı hatâya... Bir çok hislerimize
karşı tarafta gördüğümüz kötü davranışlar bir FREN olur, hislerimizi frenler.
Yahya Bey- Cenâb-ı Hakk'ın yaratmış olduğu her şey, zıddıyla berâber yaratılmıştır.
Muhakkak ki iyinin karşısında kötü. beyazın karşısında siyah, suçlunun karşısında suçsuz
olacaktır. Ancak ve ancak ALLAH bundan müstesnâdır, çünkü bütün bunları yaratan
Cenâb-ı ALLAH'tır.
V- İşte suçludan da ibret alacaksınız. suçsuzdan da... İyiden de, kötüden de... Çirkinden
de, güzelden de... Ki, o zaman bir şey yapmış olabilesiniz.
Mehmet Bey- O zaman müsbetle menfinin BİR'de birleşmesinin sırrına girmek lâzım ki,
tadını alalım.
V- Evet.
M.B.- Bu tadı alamıyoruz. Celâl de Hak, Cemâl de Hak... Kahır da Hak, Lûtuf da Hak...
M- Bakın, size bir şey söyliyeyim... Çok çirkin,.... Çok çirkin, yâni insana, hattâ biraz
korku verecek bir insanı düşünün... Böyle birisini gördüğünüz zaman, sizde uyandırdığı
tepki nedir?
İ- Şükretmek oluyor, efendim. Ben şahsen bir sakat görürsem, bir kör görürsem,
şükrediyorum.
V- Ne oldu?... O çirkinden...
İ- Evet, bir ders almış olduk.
V- ... almış oldunuz. Siz böyle yaparsınız, şükredersiniz. Başka türlü düşünen?
Doktor Bey- Ben şükretmem.
V- Niye?
Dr.B.- Şükredemem, çünkü, mâdem bir tek vücuttan bahsediyoruz, orada ben daha iyiyi,
öbürü daha kötüyü, ben daha şanslı yaradılışı, o daha şanssız yaradılışı temsil ederse,
herhâlde bu memnun olunacak bir şey değildir. Ben tamâmen zıddını düşünürüm.
V- Yâni?... Acıma mı duyarsın?
Dr.B.- Belki acıma duyarım, belki isyan ederim... Başkasının çirkin tarafı da beni üzer,
kendi şeyimmiş gibi... Ama bunu fikir olarak söylüyorum, belki yeteri kadar samimi
değilim.
V- Sen gene ALLAH'ı buluyorsun. O insana bakıp birşeyler hissediyorsun, değil mi?..
Bir şeyler hissedebiliyorsun. Bu belki isyana götürüyor seni.
İ- Bir nev'i adâletsizlik olarak kabul etmek istiyor arkadaş.
V- Evet... Fakat nereden biliyorsun? Sen onun görünüşüne bakıp aldanıyorsun. Nereden
biliyorsun ALLAH'ın nazarında onun senden daha üstün bir yeri olmadığını?
DR.B.- Siz esas bunu fizik güzellik olarak aldınız galiba... Ben "güzellik" derken,
karşımdaki şahıs çok çirkin, ben ona bakıp üzülüyorum, isyan ediyorum" derken maddî,
fizik, yâhut Ruh çirkinliğini kastettim. İkisi aynı derecede insanı üzer.
V- Evet... Konuşanın söyledikleri hakkında sizler ne düşünüyorsunuz?
Yahya Bey- Ben Cenâb-ı ALLAH'ın bir hikmeti olduğunu, her şeyi, iyiyi, güzeli, kötüyü,
maddî ve mânevî güzel ve çirkin yaratırken onda ilâhi bir hikmetin mevcut olduğuna
inanıyorum.
V- Evet. Hiç bir şey sebepsiz değildir. Her şeyin bir sebebi vardır. Onun da öyle
olmasının bir sebebi var. Tabii bu sebebi ne siz bilebilirsiniz, ne de biz... Bu, ALLAH'a
âittir. Fakat her ne olursa olsun, iyi veya kötü, güzel veya çirkin, her şey den bir hisse
çıkartmak, ibret almak lâzımdır. O kötü diye vasıflandırdığınız insan, Yaratan'ın
Kudretinin bir delilidir. Bunu kavrıyabiliyor musunuz?... İşte bu yeter!
Yaşar Bey- Biraz açıklar mısınız, Üstâdım?
V- O çirkin diye, kötü diye vasıflandırdığınız insanın o hâle gelmesinin ALLAH'ın isteği
ile olduğuna, ve bunu siz isteseniz de değiştiremiyeceğinize, yâni Kader'e karşı
koyamıyacağınıza... Bunu anlıyabiliyor musunuz?.. Bunu kavrıyabiliyor musunuz?

Kavrıyoruz da, itirâzımız var... Şimdi bir insan çirkin... Onun bu hâlde olmasının bir sebebi, hatta bir hikmeti var. Ama onu güzelleştirmek mümkünse, bunu niye yapmıyalım?... Bir insan hırsız ise, "Sefiller" romanındaki papazın yaptığı gibi, ona çaldığı şamdanları hediye ederek, onu mahçup edip doğru yola getirmek mümkünse, neden denemiyelim?.. "Kader" deyip, bırakalım mı?.. Hayır!... ALLAH bile böyle istemez!.. Bunu da Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle ifâde etmiştir, yazdık, bir kere daha yazalım:

- "“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin.
Şâyet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin.
Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kâlbiyle düzeltme cihetine gitsin (dilesin)
ki, bu İmân'ın en zayıf derecesidir.”

Ki bu, "İmân'ın en zayıf derecesi" imiş!... Düşünün, bunu bile yapmayan, İmân'dan nasıl söz eder?.. Kendinde veya başkasında, veya çevrende, veya Dünyâ'da ne kötülük görürsen, gözünü kapama!... En azından düzelmesini dile!... Boş boş şikâyet etmenin anlamı yok!.. Düzelmesi için ne yapılması gerekiyorsa, düşün, onu dile!... Şimdiki (2020) Covid 19 pandemisinde bile!... Eğer dileğin ALLAH'ın takdiri ile bağdaşırsa, muhakkak gerçekleşir.

Dikkat ediyor musunuz, sohbet hep Tasavvuf üzerine devam ediyor... Her şeyde ALLAH'ın izini görmek, iyi-kötü ayırmamak, her şeyin ALLAH'tan olduğunu bilmek... :âzı "Uzaylı" tebliğlerinde BİR'den, BİR'in Yasası'ndan bahsediliyor ama, hiç böyle bir açıklama görmüyorsunuz.

Yahya Bey- Ben hem onu anlıyorum, hem de her şeyde Cenâb-ı ALLAH'ı görüyorum.
ALLAH'ın bir mazharıdır. O şekilde tecelli etmiştir Cenâb-ı ALLAH.
V- Evet.
Yahya B.- Sarhoşta sarhoş olarak tecelli etmiştir. Âbidde âbid olarak, zâhitte zâhit
olarak. Onun için o mazharı severek karşılamak lâzım.
V- Evet, tamam.
Dr.B.- En doyurucu şey de bu galiba.

Unutmadan kelimeleri verelim de, daha kolay anlaşılsın. HİKMET , burada "ALLAH'ın insanlarca anlaşılamayan amacı" demektir.
TAKDİR , burada "ALLAH'ın isteği, ALLAH'ın yazdığı" demektir.
KADER , "alın yazısı, yazgı, Cenâb-ı Hakk'ın Kâinat'ta olmuş ve olacak her şeyi bir ÖLÇÜ ile yaratması, geleceğini ve geçmişini bilmesi" demektir... KADER, ÖLÇÜ'dür. KADAR kelimesi ondan gelir, "Ne kadar istiyorsun? Ne kadar ölçeyim?" mânâsına kullanılır.
MAZHAR , "bir şeyin ortaya çıkması, çıktığı, göründüğü yer veya kimse" demektir.
TECELLİ ETMEK , "belirmek, görünmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek. meydana çıkmak" demektir.

Varlık- Çirkini de, güzel gibi sevebiliyor musunuz?..
İşte mühim olan bu!.. Güzeli herkes sever. Mühim olan çirkini sevmek!.. Kötüyü sevmek!..
Hiç bir kimsenin sevmediği, bir köşeye ittiği bir insan
ı, siz sevebiliyor musunuz?.. Ama
acımadan!... Acımak ALLAH'a mahsustur.
Yahya Bey- Hem de nefsinden daha çok sevmek.
V- Acımadan sevebiliyor musunuz? İşte mühim olan o... Onu sevdiğiniz an, ALLAH'ını
sevmiş, ALLAH'ınızı bulmuş olursunuz... Budur... Evet, söyliyeceğiniz var mı bu konuda?
İdâreci- Tasavvuf'un kısa bir târifini yapacak mısınız, efendim?
V- .... İyide, kötüde, güzelde, çirkinde, her şeyde ALLAH'ın aksini görmek... ALLAH'ın
varlığını hissetmek.
İ- Teşekkür ederim, efendim.

Bu noktadan sonra Sohbet'in konusu sorularla değişecek, onun için Üstâd'ın Tasavvuf târifine bir kere daha dikkat çekmek isterim. TASAVVUF ; tekke, tarikat, cübbe, takke, sarık, külâh değildir. TASAVVUF, insanı ve her şeyi sevmektir. Sevdiği için onun sıkıntılarını paylaşmak demektir. Şimdi meselâ, Hayvan Severler Derneği var... Nerede bir köpek, bâzen de bir kedi görseler koşarlar. Ama meselâ onlar fâre sever mi?... Kanarya Sevenler Derneği mensupları, karga sever mi?... Bununla bâzı yaratıklardan gelecek zararlardan "kendimizi, ürünümüzü korumıyalım" anlamı çıkmasın. Babam evdeki böceği öldürürken "bismillah" derdi. Onun bulunmaması gereken bir yerde olmasından dolayı hayâtını kaybettiğini imâ ederdi; sevmediğinden, iğrendiğinden değil!...

V- Tatmin olmayan, veya şüphe ettiği bir taraf varsa, sorun.
Eralp Bey- Kaderimizde ne var, alnımıza ne yazılmışsa, onun olacağına inanıyoruz.
Fakat bugün ölmesi yüzde yüz muhakkak olan bir insanın kâlbini değiştiriyorlar.
Bu, kaderle oynamak değil midir?
Öğrenci Cenap- Cevap verebilir miyim?
E.B.- Yoksa bu da onun kaderi midir?
V- Evet, vermek isteyen versin, bakalım.
Ö.C.- Üstâdım, cevâbını kendisi verdi. Demek ki o da onun kaderinde varmış.
Kuzaffer Bey- Niye eskiden yoktu bu?.. Demek ki, akılla, mantıkla ilgili bir şey.
Ö.C.- Bu tamâmiyle mânevî Tekâmül'ümüzün, yâhut ta tefekkür Tekâmül'ümüzün
sonucu oldu bu... Meselâ, XVI. Asır'da bir insanın kâlbini değiştirmek çok gülünç bir şey
olurdu... Ve üstelik muvaffak olunması da imkânsızdı... Ama bu kadar teknik imkânlar elde
edildi, tefekkür sonucu... Ondan sonra ancak, şimdi zamânımızda bu kâlp nakli, veya
şunun bunun nakli mmkün olabildi.

1968 Aralık olan Celse târihi ilk kâlp nakli ameliyatının yapıldığı Aralık 1967'den tam bir yıl sonradır ve bu önemli vak'anın heyecânı daha geçmemiştir.

1956-58 arası Minnesota Üniversitesi'nde doktora çalışmalarını tamamlayan 1922 doğumlu Dr. Barnard, kâlp ve göğüs cerrahı olarak Groote Schuur Hastanesi'ne döndü. Güney Afrika'da açık kâlp ameliyatlarının başlamasına öncülük etti;. Yapay kâlp kapakçıkları için yeni bir tasarım geliştirdi ve kâlp nakli için köpekler üzerinde yoğun deneylere girişti.

Aralık 1967'de, 20 cerrahtan oluşan ekibiyle birlikte, tedâvi olanağı kalmamış Güney Afrikalı zenci bir bakkal olan Louis Washkansky'nin kâlbini, bir trafik kazasında ağır yaralanarak ölmek üzereyken hastaneye getirilen bir başkasının kâlbiyle değiştirdi. Nakil ameliyatının başarılı olmasına karşın, yeni kâlbi yabancı bir protein olarak reddetmemesi için ilâçlarla takviye edilmesine rağmen, vücudunun bağışıklık sistemi yıkılan Washkansky, 18 gün sonra çift taraflı zatüreeden öldü.

Barnard'ın daha sonraki nakil ameliyatları giderek daha başarılı oldu; 1970'lerin sonlarında bâzı hastaları birkaç yıl yaşayabildi. 1983'e değin Groote Schuur Hastanesi'nde kâlp hastalıkları kliniğinin başkanı olarak görev yapan Barnard, o târihte emekliye ayrılarak cerrahlığı bıraktı.

Üç kez evlenen Barnard'ın altı çocuğu var. 2001 yılında tatil için bulunduğu Kıbrıs'ta geçirdiği astım krizi nedeniyle hayâtını kaybetti.

Türkiye'de ilk kâlp naklini Operatör Doktor Kemâl Bayazıt (1930-2019), 1968'de, Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyovasküler Cerrâhî Bölümü'nde klinik şefiyken gerçekleştirdi. O târihten beri sâdece kâlp değil, beyin ve tümden göz hâriç, hemen bütün organ nakilleri başarıyla yapılmakta.

O târihte bizim gibi öğrenci olan arkadaşımız Cenab'ın konuşmasını tefekküre bağlaması, İbn-i Sinâ Celsesi 'ni dinlemiş ve sindirmiş olmasındandır. Söyledikleri doğru, bir husus hâriç... İnsanlar daha önce kâlp nakli yapmamış olmalarına rağmen, Tıp'ta pek çok şeyi başarmışlardı, tâ taş devrinden beri ve hâlâ en ilkel toplumlarda bile başarmaktalar. Rahmetli Hasan İzzettin Dinamo bulduğu fosillerde kemik nakli izleri görmüş ve bu husustaki araştırmasını 1970'lerde yayınlanan Yeni Ortam gazetesinde tefrika etmişti. Ben de bir belgeselde Afrika yerlilerinin kopan kafatasi kemiğinin yerine bir hayvanın kafatasından alınan parça kaynattıklarını, yine bir Afrikalı'nın kırılıp kopan bacak kemiği yerine bir hayvanın bacak kemiğinden alınan parçanın eklendiğini seyretmiştim. "Kocakarı ilâçları" diye bilinen halk ilâçlarını ise duymayan yoktur. Bu arada belirtelim, KOCAMAK , "yaşlanmak, erginleşmek" demektir, herkez bilir... KARIMAK ta aynı anlama gelir, Orta Asya'da hâlâ kullanılır. Aslında KOCAKARI kelimesinin sandığımız gibi MORUK anlamı yoktur, "ergin, olgun kadın" demektir, biline!

Dediğimiz gibi Celse'nin bundan sonrası KADER üzerine, Tasavvuf'dan ayrı cereyan etmiş.. O yüzden o kısmı başka bir sefere bırakarak bitiriyoruz. Anlaşılmayan bir yer varsa, bize yazın.

Ruhi Selman

selman@journalist.com

  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 62
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 64
    - İBN-İ SİNÂ CELSESİ
    - TEKÂMÜL'E GİDEN YOL
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - ATLANTİS'İN KRAL RÂHİBİ THOTH'UN IVIR-ZIVIR MESAJLARI
    - BAŞMELEK METATRON ÜFÜRMELERİ