Site hosted by Angelfire.com: Build your free website today!

BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI

ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 63

"ÂHIRET'TTEN SİMÂLAR" dedik ama, şimdi nakledeceğimiz Celse bir CANLI EKMİNEZİ çalışmasıdır... Âhıret'ten Simâlar, Medyum'un geçmiş hayâtı olacak... EKMİNEZİ, mâlûm, süjeyi geçmişine götürmek... ve onun geçmişte yaşadığı olayları hatırlaması... Peki, CANLI'sı nasıl oluyor?.. CANLI EKMİNEZİ''de süje veya Medyum olayı hatırlamakla kalmaz, yaşar... Âdeta o târihe döner, o târihteki kişi olur. Daha önce Medyum Fikret'in Ekminezi çalışmasının bâzı bölümleri de CANLI idi.

Bu Medyum'la yapılan ikinci Ekminezi çalışması... İlkinde bâzı bilgiler alınmıştı, bu sefer derinleştiriliyor.

Medyum: Mediha
Tarih : 1962
Usûl : Hipnoz yoluyla Ekminezi
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Sizi bir yıl gençleştiriyorum... Sene 1961... 11 Eylül.... Saat 17:00....
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- .....
(seslenerek) Muhittin!..... Muhittin!... Caddebostan'a gideceğiz.. Hadi, yürü!...
kardeşin de, gel.... Şefkat te tutsun elinden... Şefkat!... Kızım!.. Aaa!... Anne,
valla benden daha fazla itinâ edip saçını tarıyor.... Kızım, ben taramadım senin kadar...
Niye o kadar tarıyorsun?..

Gidiyoruz Caddebostan'a... Muhittin, elimi tut!...

İ- Peki, efendim... Sizi 8 sene daha gençleştiriyorum.... Sene 1953... 14 Eylül... saat 17:30...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Aliye Hanım!... Yarım saatimiz kaldı çıkmaya... O kadar canım sıkılıyor ki
bugün!.. Üff!... 6 olsa da çıksak... Başım patladı... Efendim?... Mücellâ da gelecekti.
Dördümüz gideceğiz, değil mi?... Gideriz... Peki, gideriz... Ahh!... 15 dakika...
İ- Sizi 5 sene daha gençleştiriyorum... Sene 1948.... 14 Eylül ... Saat 15:00... Nerdesiniz
ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Bıktım, bıktım, bıktım!...
İ- Nedir bu bıktığınız?
M- Zorla, zorla Enstitü'ye verdiler... Ortaokul'a gidecektim, bırakmadılar... İkmâle kaldım.
Şimdi de ders çalışıyorum.
İ- Ne dersi çalışıyorsun?
M- Kafasızım, Matematik.
İ- Neden?
M- İlkokul'dan beri diğer derslerim iyi diye hocalar "Matematiğini de 5 veriyorum" derdi.
Şimdi de... Matematik'ten hiç bir şey bilmiyorum. İkmâle kaldım...
İ- Kimle çalışıyorsun dersi?
M- Ders veriyor... Bir doktor bey tanıdığımız var... Şahap Bey'den ders alıyorum...
Birazdan gideceğim. Şimdi bana ödev vermişti, onları yapıp oraya gideceğim...
Ne güzel!... Bütün arkadaşlarım geçtiler.
İ- Kaç yaşındasın?
M- 13 yaşımdayım.
İ- Peki... Sizi 5 sene daha geçnleştiriyorum... Sene 1943... 5 Ağustos... Saat 20:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?

İdâreci'nin böyle bâzen "siz"li,, bâzen de "sen"li konuşması size tuhaf gelebilir. Arada bir hata yapsa da, genelde Medyum'a hitap ederken "siz", çocuk hâline hitap ederken "sen" ifâdesini kullanıyor ki, yerindedir.

Medyum- ........... (derin derin nefes almaktadır.)
İdâreci- Sene 1943 .... 5 Ağustos .... Saat 20:00 .....
M- ......
(derin derin nefes almaktadır, uykudadır) ...
İ-
(İdâreci uyanmaz) Cevap verin!...
M- .....
(Uyuyor, Canlı Ekminezi dedik ya, nasıl cevap versin?) ......
İ- Uyuyor musunuz?
M- .....
(derin nefesler) .....
İ- Sene 1943... 5 Ağustos... Saat 17:00... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...
(Çok heyecanlı bir sesle) Ayy!... Koskocaman bir yılan çıkmıştı bahçede
demin... Yeşil başlı bööyle kaldırdı, kaldırdı başını, gitti gene içeriye. Ev yılanıymış,
"Bir şey yapmaz" dediler... Korkmayın, korkmayın!.. Gelin, bakın!... Bu delikten
girdi işte!...
İ- Kime söylüyorsun bunları?
M- Arkadaşım var, ona...
İ- Kim bu arkadaşın?
M- Nâhide...
İ- Kaç yaşındasın?
M- Ne bileyim ben?... Dokuz mu, on mu?... O kadarım...
İ- Matematiğin yok mu?
M- Haaa???
İ- Sayı bilmiyor musun?
M- Bilmiyorum. Annem bir "9" diyor, bir "10" diyor... Yâni, bilmiyorum.
İ- Peki... Sene 1943... 5 Ağustos... Saat 19:00....
M- ... Evdeyim...
İ- Ne yapıyorsun?
M- Küçücük bir kardeşim var, onunla oynuyoruz.
İ- Seviyor musun kardeşini?
M- Seviyorum. Çok güzel kardeşim var.
İ- Sana mı benziyor?
İ- Hım!... Ben çirkinim!... Bana "Kara kız" diyorlar... Yeşil gözlü, sarı saçlı... Güzel!...
İ- Yeşil göz, sarı saçı seviyor musun?
M- Bayılıyorum!... Babam öyle... Halalarım da öyle... Ben niye böyle olmuşum, bilmem..
Hep kardeşlerim anneme benzemiş... Tek Müberrâ babama...
İ- Peki... Sizi 3 yaş daha gençleştiriyorum... Sene 1940... 4 Nisan... Sabah saat 10:00...
M- .... Olo lo lo lo!.... dingil don, dingil don... Bastım tren yoluna yoluna... Üç gemi
gördüm... Biri al , biri bey.... ortancası
(fısıldıyarak konuşur, sonra bağırır) BEN ÇIKTIM!....
Mızıkçılık yok! Ben çıktım... ben çıktım... Amaan, öff!... Nâdide de hep mız... Peki,
başka?... Siz sayın... Hadi, sayın!... Peki.... sonra_??? ... Murat... Nâdide... Eşref... ben...
Bir de Nihal var... İzzettin küçük, o girmiyor ki!... Ohh!... Hepinizi ben şey yapacağım...
Göreceksiniz işte!... Hep ben çıkıyorum zâten... Hep şanslıyım ben!.. Siz sayın, gene
görürsünüz, nasıl ben çıkacağım!.. Hadi!..... Tamam mı?.... Açıyorum!.... SOBE!....
(Bir kahkaha atar) Hah hah hah!... Nereye saklanmış, ayol!... Hay Allah kahretmesin!..
Hay Allah!... Neyse, oh olsun!... Ohh!... Ben şimdi artık ebe olmıyacağım, ya!...

Çabuk, çabuk!... Annem çağırıyor, çabuk İzzettin!... Kalk, çabuk gidelim!... belki de
dövecek şimdi bizi... "Demedim mi çıkmayın?.. Demedim mi çıkmayın?" ...

İ- Nerede oturuyorsunuz?
M- Süleymaniye'de.... Annem dövdü mü, çok kötü döver... Gene dövecek galiba...
Belli, bakışından belli... Aman!.... "Çıkmayın, " dedi... Çıkmadık, çıkmadık, çıktık
sonra... Kandırdılar bizi, çıktık...
İ- Peki, efendim.
M- Nâdide, sen de gel bize... Hadi, gel!...
İ- Şimdi sizi 3 yaş daha gençleştiriyorum... Sene 1937... 5 Şubat... Saat 11:00 ....
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ...... Ağbim var yanımda....
İ- Sen neredesin?
M- Evdeyim.
İ- Ne yapıyorsun?
M- Annem bir bebek yapmış, onunla oynuyorum.
İ- Ne konuşuyorlar?
M- Kim konuşuyor?
İ- Bilmem.
M- Ağbimle ben.
İ- Ne anlatıyor ağbin?
M- .... Anlatıyor. "Ben" diyor, "büyüdüm artık. Mektebe gideceğim" diyor.... baksana,
kızdırıyor beni... Anne!... "Bak gözüme!... Böyle bakarsan, şaşı olur uku gözün...
Bak!... bak gözüme!... bak... Bak... bak!... Şaşı olacak gözüm... Onun için mahsus
yapıyor ki, şaşı olayım diye...
Şimdi sizi 3 sene daha gençleştiriyorum.... Sene 1934... 1 Ocak... Nerdesiniz ve ne
yapıyorsunuz?
M- ..... Karanlık bir yerdeyim....
İ- Ne yapıyorsun?
M- .....
(dudaklarını emer) .....
İ- Oturuyorsun... Peki... Sene 1934... 23 Eylül... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Gene o bir yerdeyim... Hazırlanıyorum....
İ- Ne hazırlık yapıyorsun?
M- Gideceğim.
İ- Nereye?
M- Uzağa gidiyorum.
İ- Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?
M- ... Karanlık bir yerden, bir yere gideceğim.
İ- Ne gibi hazırlıklar yapıyorsun?
M- Bilmiyorum... Yapılıyor herhalde... Ben bir şey yapmıyorum.
İ- Anneni, babanı tanıyor musun?
M- Hayır.
İ- Peki. Sene 1934... 26 Eylül... Saat 10:00... Neredesin, ne yapıyorsun?
M- ... Birinin kucağındayım... Biri var... Yatıyor...
İ- Kim yatıyor?
M- .... Ohh!...
İ- Ne zaman geldin dünyâya?
M- .... Yarım saat evvel...
İ- Peki... Şimdi sizi daha da geriye götüreceğim.... Sene 1931... 5 Ocak... Saat 11:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ...... Oturuyorum...
İ- Nerede oturuyorsun?
M- .... Bir arkadaşlar var.
İ- Kim bu arkadaşlar?
M- Benim arkadaşlarım.
İ- İsimleri ne?
M- .... Nuriye... Sabriye... Melek....
İ- Sizin isminiz ne?
M- ŞÜKRAN.
İ- Peki, Şükran Hanım, kaç yaşındasınız?
M- Ben mi kaç yaşındayım?
İ- Evet. Özür dilerim, hanımlara yaş sorulmaz ama...
M- 23-24 yaşındayım.
İ- Evli misiniz?
M- Evet.
İ- Kaç çocuğunuz var?
M- İki...
İ- Sarı saçlı, mâvi gözlüsünüz galiba.
M- Hım...
İ- Nerede oturuyorsunuz?
M- ...
(edâlı bir sesle) Neden?.... Niçin?...
İ- Ziyâretinize gelmek istiyorum da, ondan.
M- Ama adres verilene... hemen istenilir mi bir hanımdan adres?
İ- Neden istenmesin?
M- Olmaz!.. Kocam kızar... Nasıl veririm size adres?
İ- Ama biz şimdi konuşuyoruz.
M- Evet... Ne konuşuyoruz?
M- BAHAETTİN Bey'i ben tanıyorum.
M- Aa!... Nereden tanıyorsunuz?
İ- Arkadaşımdır benim.
M-
(güler) Ay, sizin isminiz ne?... Evet?
İ- Siz beni tanımazsınız ama.
M- Ama, söyleyin. Olsun.
İ- Murteza... Tanıdınız mı?
M- Hiç yabancı değil. Bahsediyor galiba BAHA...
(Güler) Hakikaten arkadaşı mısınız?
İ- Tabii ya... Onun için ziyâretinize gelmek istedim. Adresinizi lûtfeder misiniz?
M- ....
(sorguya çeker gibi) Baha'dan niye almıyor sunuz?
İ- Göremedim kendisini.
M- Off!... Onu gene siz kendisini görün, kendiniz alın.

Celse İdârecisi geçmişe âit bir isim, soyadı adres alıp, araştırarak böyle biri yaşamış mı diye tesbit etmek amacıyla soruyor. Ama Medyum şimdi İdâreci'yi tanımasına rağmen, geçmiş hayâtına gidince tanımıyor, ve evli bir kadın olarak yabancı birine adresini vermek istemiyor. Çok yerinde bir davranış ve Ekminezi açısından da inandırıcı bir husus...

İdâreci- Hayır, ben gene söylemem,.efendim (sizden aldığımı). Lûtfedersiniz.
Medyum- Ama çok rica ederim. Bakın, böyle konuşmamız bile olmuyor, yapmayın!
İ- Bir şey değil ki.
M- Çok rica ederim!... Olsun...
İ- Ben kendim gelmedim. Sizin Bahaettin Bey'in hanımı olduğunuzu...
M- Ama kendisine gidin!
İ- Bulamadım.
M- E, yarın gidin.
İ- Nerede bulayım?
M- Efendim??? İşini bilmiyor musunuz?
İ- Yerini bilmiyorum.
M- E, hani arkadaşınızdı?
İ- Kaybettim, çoktandır.
M- Ne zamandan beri?
İ- Çocukluk arkadaşımdır benim.
M- Aaa!
İ- Tabii... Biz bilye oynardık... Nerede çalışıyor?... Lûtfen.
M- Özür dilerim.
İ- Onu da mı vermiyeceksiniz?
M- Özür dilerim.
İ- Ama siz evin adresini vermiyorsunuz, kocanızın adresini vermiyorsunuz.
İyi ki kocanızın ismini öğrendim
(geçen sefer) .
M- .....
(Güler) ....
İ- Peki... Sizi bir yaş daha gençleştiriyorum... Sene 1930... 6 Nisan... Saat 10:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Evdeyim...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- Bu gece bir yere gitmek lâzımmış.
İ- Nereye gideceksiniz?
M- Bilmiyorum... Baha "Gideceğiz" diyor ama, çocukları Fatma'ya bırakamam ben...
Hastayım ben... Ne olur sen git... kendin git, Baha...
( hasta gibi öksürür) Öhö!... Öhö!...
İ- Sizi 5 yaş daha gençleştireceğim... Sene 1925... ....
(ay, gün anlaşılmıyor)
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Ay!.... Nasıl?..... Ay, nasıl yapacağım?... Beceremiyorum!...
İ- Niçin beceremiyorsunuz?
M- Birazdan hocam gelecek.
İ- Biraz çalışın.... Azıcık ses yapın.
M-
(öksürür) Lâââ!.... Olmuyor!
İ- Oluyor.
M- Olmuyor valla!
İ- Çalışmazsanız olmaz.
M- Ama o gelsin de öyle çalışayım.
İ- Yok, şimdi çalışın.
M- Lâf olsun diye öğreniyorum zâten... Hiç bir şey bilmiyorum.
İ- Bilirsiniz... Peki... Konuşalım sizinle.
M- Konuşalım.
İ- Tabii ya.
M- Ne istiyorsunuz?
İ- Yaşınızı sorayım mı, Şükran Hanım?
M- Aman, siz benim yaşımı ne yapacaksınız?
İ- Ama geçen sefer de söylemediniz. Adresinizi istedim, yine vermediniz.
Size kırmızı karanfil gönderdim, kabul ettiniz ama.
M- Aaa!...
(güler) ....
İ- Fatma'yla aldırdınız. Heyecanla sordunuz.
M- Hiç bile değil!
İ- Gelen mektuba baktınız.
M- Yaa, evet...
İ- Hattâ mektubu da yastığının altına koydunuz.
M- ...
(güler) Aman, susun! Konuşmayın öyle!
İ- Niçin konuşmıyayım? doğruyu söyleyince mi oluyor? Bugün hocayla kavga edeceğiz
tabii.
M- Neden?
İ- Tabii artık başladı.
M- Neden?... Sebep neymiş?
İ- Öldüreceğim ben onu.
M- Nedenmiş?... Sebep?
İ- Aranız iyi maşallah.
M- Sizi alâkadar eder mi?
İ- Eder tabii.
M- Karışmayın!
İ- Neden?
M- İşte öyle... Karışmayın!
İ- İmkânı yok! Bugün zâten her şeyi yapacağım.
M- Ne yapacaksınız?
İ- Meydana çıkacağım.
M- Ah!...
İ- Onu öldüreceğim.
M- Deli misiniz? neden öldürüyorsunuz?
İ- Öldüreceğim... Tabii hoca böyle iki gamzeliyi bulmuş... sarı saçlı, yeşil gözlü...
Daha ne olsun yâni?... Değil mi? .. Siz de güyâ ders çalışıyorsunuz.
M- Annemin zoruyla.
İ- Böyle hocanın böyle talebesi olur tabii... Hoca başka şey öğretiyor galiba size.
M- Öff!...
İ- Başka kardeşin var mı?
M- Ayy!...
İ- Yok tabii... Baban nerede?
M- Hangi babam?
İ- Hangisinden bahsedeceksin? Sûretâ baban...
M- Ahh!... Babam sayılmaz ki...
İ- Neyin sayılır?
M- Bana ne?... Annemin ikinci...
İ- İnşallah senin ikinci olmaz, değil mi?
M- Ahh!... Niçin öyle söylüyorsunuz? Ağzınızı hayra açın.
İ- "Olmaz" diyorum işte.
M- Tabii olmaz.
İ- O zaman ben yaşadım.
M-
(kahkaha ile güler) Hah hah ha!... Ay, siz çok kötüsünüz... Hemen...
Hay Allah!...
İ- Neden?... Ben hocaya bırakmam seni.
M- Ayy!... Aman Allah'ım!... Off!... Vallahi söylerim sizi, bakın!...
İ- Kime söylersin?
M- Anneme.
İ- Söyle... Annenle aramız iyi.
M- Neden?.. Sizle iyi mi?... Neden iyiymiş?
İ- Babanla benim işim var.
M- Ne işiniz?
İ- Ticâret.
M- Pis, nemrut adam... Hiç sevmiyorum onu...
İ- Neden sevmiyorsun onu?
M- İşte...
İ- Babanla aranız açık.
M- Tabii ya...
İ- Ama iyi adam.
M- Annem o kadar çok seviyor ki!..
İ- Ama iyi tarafları var.
M- Aman!... Babamı, nasıl da unuttu babamı.
İ- Senin sevdiğin öğretmenin güzel mi? Nesi var?... Adını bile bilmiyorsun
doğru dürüst.
M- .....
(güler) ....
İ- Tabii. Yalan o söylediği. Hakiki ismi değil. Onların hepsinin foyasını
meydana çıkaracağım.
M- Yaaa?
İ- Tabii.
M- Çıkartırsanız çıkartın... Bakalım, ne çıkartacaksınız?
İ- Zâten bugün öğleyin yemeğe sizdeyim.
M- Efendim?
İ- Yemeğe öğleyin sizdeyim.
M- Aa!... Ne olur, Allahaşkına, gelmeyin!
İ- İmkânı yok. Annen dâvet etti.
M- Ben de çıkmıyacağım.
İ- Fatma getirdi haberi.
M- Aman!... O kara şeytan!
İ- O kara şeytanla aramız iyi.
M- Kara şeytan!...
İ- O bana daha neler söyledi... Bana neler anlattı...
M-
(merak içinde) Ne dedi, ne dedi?.. Söyleyin!... Anlatın hepsini.
İ- Hep kapıdan dinlemiş o.
M- Beni mi dinlemiş?
İ- Tabii.
M- Nasıl dinlemiş?
İ- Neler, neler söyledi.
M- Nasıl dinlemiş?
İ- Hattâ resmini bile çekmeye kalkmış.
M-
(şaşırır) ... Kimi?
İ- Sizi.
M- Ay, yalan hepsi!...

İdâreci Medyum'un geçmiş hayâtındaki şahsiyet olan Şükran'ın ağzından "bilgi alayım" derken biraz ölçüyü kaçırmış. Öyle "öldürürüm" falan denmez, şaka için dahi olsa!.. Nâmusla, hayatla şaka olmaz, espri yapılmaz. "İntihar edecem" falan da denmez."Zâten "espri" "ruhu, mânâsı olan söz" demektir ki, biz de "lâtife" diye geçer, "lâtif, hoş, güzel söz" demektir. O yüzden kişinin nâmusuyla, hayâtıyla, silâhla, hattâ parayla şaka olmaz. "Bir Nisan şakası" diye parayı alıp, üstüne yatamazsın. Silâhı adamın kafasına dayayıp, şakadan "çekeyim mi tetiği?" diyemezsin, bıçağı sallayamazsın. Bakarsın parmağın kayar, tetiğe basarsın, ayağın kayar bıçağı saplarsın. Üstüne araba süremezsin. Belki frenin tutmaz. Bunlar ancak aptal, geri zekâlı insanların başka şey beceremedikleri için yaptıkları eşek, hattâ eşşoğlueşşek şakasıdır... İdâreci'nin Medyum'a "öldürürüm" demesi gibi, bu "hocayla kırıştırma" hikâyesini böyle uzatmasına gerek yoktu. Ama biz "hatâlara örnek, ders alınsın" diye veriyoruz. Tamamlıyacağız ama, böyle yapmayalım, yapmayın.

Bu arada İdâreci, 1930'larda fotoğraf çekmenin öyle eldeki makinelerle olmadığını, ancak köşelerle seyyar koca makinelerle çekildiğini unutmuş. Kız da fotoğraf lâfını duyunca şaşırmış. Bu gibi durumlara da dikkat etmek lâzım.

İdâreci- Saçını okşarken...
Medyum- ...
(şaşkın bir ifâdeyle) Efendim?.. E, nota gösterirken böyle yaptı...
İ- Hep nota gösterirken oluyor bu işler...
M- Ne olmuş?... "Saçların çok güzel" dedi.
İ- Şu nota defterini bana verir misin?
M- Ay, istemiyorum.
İ- Ben de nota göstereceğim.
M- Bana ne?... Hayır!... Siz nota bilmiyorsunuz ki!... Notayı bilenler böyle "Ne güzel
saç" derler.
İ- Öyle mi diyor nota bilenler?
M- Tabii!... Bir tâne bilen var, alıyorum. Siz nota bilmiyorsunuz ki!..
İ- Hem de nasıl!... Ben keman çalarım.
(Islık bile çalamazdı)
M- Oooh?
İ- Gitar çalarım.
M- Ha, gitar!... Güzel...
İ- Radyo çalarım.
M- ....
(güler) .... Ay, çok hoş!... Ayy!...
İ- Siz kendiniz güzel görüyor musunuz?
M- Herkes "güzel" diyor... Aama, aynaya bakıyorum, güzelim.
İ- Neren güzel?
M- Sapsarı saçlarım, yeşil gözlerim... Gamzelerim... Böyle yapıyorum, hemen
iki tânesi... leblebi koysanız durur buralarda... Görmüyor musunuz?
İ- Bir defa leblebi koymak makbûl değil ki.
M- Nasıl makbûl?
İ- Fındık ister.
M- Fındık???
İ- Ya da ceviz koymak lâzım.
M- Nasıl olur o?... Olmaz ki!...
İ- Tabii. En güzeli onlar olur.
M- Var mı ceviz yanınızda?
İ- Kocamanı var.
M- Koysanıza... Bakalım, belki olur.
İ- Yanağınıza elleyeyim öyleyse.
M- Ayy, istemem!... İstemem!... Aaa!... Hayır!...
İ- Ama...
M- Haa, mahsus söylüyorsunuz, anladım... Nota bilen gibi!...
(güler)
İ- Bakın bakalım, şimdi ceviz oluyor mu? (Medyum'un yanağına işâret parmağı ile dokunur.)
M- Olmuyor.... Aaa!.
İ- Nota yaptım.
M- Nota burdan yapılır,
(dudağını gösterir) Burdan yapılmaz. (gamzesini gösterir)...
İ- Ben ordan yaptım. Benimki "mi"....
M- Mİ??? ...
(kahkahayla güler) Hah hah hah!... Aman ne?
İ- DO değil...
M- Ayy!... Niçin böyle yapıyorsunuz?... Off!... Bir daha gelmeyin bu eve!... Kat'iyyen
gelmeyin!..
İ- Anneniz dâvet etti.
M- Mii.... mii..... mii....
İ- Tabii "mi"...
M-... Doo .... Ree.. Sol...
İ- Sonra???
M- .....
(güler) ... Ayy!... Allah'ım, Yarabbi!... Ama o sizin gibi yapmadı ki!...
"Böyle... böyle... çok güzel" dedi... Siz öyle, lâf olsun diye yaklaştınız. Mii.... Mii...
Burası ne?...
(güler) ...
İ- M- ....
(güler) ... Ayy, anneciğim!... Annem gelirse, görürse, ne yapar sizi, biliyor musunuz?
İ- Hiç!... Doğrudan doğruya gelir, "Benim sevgili damâdım" der, öper.
M- Ayy!.. Ayy!... Aman!... Neler söylüyorsunuz?
İ- Yalnız baban duymasın.
M- Çok rica ederim, konuşmayın böyle!... "Damâdım"!...
İ- Tabii. ne diyecek?
M- Allah Allah!... Ay!... Delisiniz siz!... Gidin!.. Nereye giderseniz gidin!.. Gözüm
görmesin sizi!.. Delisiniz siz!...
İ- Mektubumu ver öyleyse...
M- ....
(güler, mektubu getirsin diye seslenir ) Fatma!... İsminiz ne sizin?
İ- Bilmiyor musunuz?
M- Hayır.
İ- Bahaettin.
M-???.......
İ- Ne oldu? Çarpıldınız mı?
M- Çarpılmadım... Bir Bahaettin... Bahaettin'den bahsederler ama, siz değilsiniz o.
İ- Neden? Ta kendisi.
M- Iıh!... Cıhk!...
İ- Dünyâ'da bir tâne Bahaettin yok ya!.
M- O böyle değilmiş.
İ- Nasılmış? Çok pısırık, ha?
M- Pısırık değil.
İ- Nereden biliyorsunuz?
M- Anlatıyorlar.

Medyum, bir evvelki hayâtında 1925 yılında 17-18 yaşında gelinlik genç kız... Sanırım piyano dersleri alıyor. Demek ki oldukça varlıklı bir âilenin çocuğu... Müzik hocası ona asılıyor ama bu arada ona Bahaettin adında bir gençten de bahsediyorlar, ilerde kocası olacak. Biz bunu biliyoruz, İdâreci de o adı kullanarak Medyum'u konuşturmaya çalışıyor. Ama hocasıyla ilişkileri konusunda gereksiz yere fazla yüklendiğinden pek inandırıcı olamıyor galiba...

Bu noktada yapması gereken kızın babasının, annesinin adını, adresini öğrenmeye çalışması olmalıydı. Hocasının adını bile sormamış. Belki meşhur bir müzisyendi. İşte böyle Celse'nin akışına câzibesine kapılıp ilerlerseniz, hoş, eğlenceli bir Celse olur ama, bilgi yönünden fazla bir şey elde edemezsiniz. Halbuki bu ikinci çalışma... Çok daha bilgi dolu olmalıydı... Neyse, devam edelim:

İdâreci- Kim anlatıyor?
M- Kim olacak.... Niye ağzımdan almak istiyorsunuz?
İ- Neyi alacağım?
M- Benim babamı görsendiniz, siz o zaman görürdünüz
(gününüzü!)
"Şişt" diye böyle askerler karşısında (çakı gibi dururlardı.)
İ- Yakışıklıydı ama, değil mi?
(sorsana adını)
M- Tabii ya!...
İ- Siz İstanbul'u biliyor musunuz?.. Hiç gördünüz mü İstanbul'u?
M- Hım.
İ- Ne zaman gördünüz?
M- Niye soruyorsunuz?
İ- Biliyor musunuz yâni?
M- Biliyorum, tabii... Hah!.. "Gördünüz mü? " diyor!... Ay!... Ay!... Siz hiç bir şey
bilmiyorsunuz... Hiç bir şey bilmiyorsunuz... Hiç konuşmıyacaksınız benle!...
"İstanbul'u biliyor musunuz ?"
(diyor şaşkın!) ...

Buradan anlıyoruz ki, kız İstanbul'da yaşamış... Ama nerede, o belli değil... Subay babasının adı ne, rütbesi ne, o da belli değil...

İdâreci- Şimdi sizi beş yaş daha gençleştiriyorum... Sene 1920...
10 Ağustos... Saat 16:00.... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
Medyum- .... Okuldayım....
İ- Hangi okuldasın?
M- .........
İ- Hangi okuldasın?
M- Ne yapacaksın?
İ- Hangi okuldasın?
M- ..........

12-13 yaşında bir kıza yabancı biri soruyor... Kız da evden tembihli, yabancılarla konuşmuyor. Bilgi vermiyor. İdâreci bu sefer de "Bahaettin'im" dese, gene tanımazdı, çünkü ne ondan bahsedilmişti, ne de 17-18 yaşında iken konuştuğu adamı biliyor...

İdâreci- Tembel bir talebeye benziyorsun.
Medyum- Evet!
İ- Belli! Okulunu bile bilmiyor.
M- Evet!
İ- Okuma-yazma biliyor musun?
M- Efendim?
İ- Okuma-yazma biliyor musun?
M- Bilmiyorum!
İ- Belli!... Elif-Ba'yı bitirdin mi?
M- Efendim?
İ- Biliyor musun, diye sordum.
M- Hem o, hem başkası.... O...
İ- Başkası nedir? Ne okuyorsun?
M- Elif Be'ye Eb... Cim Dal'a Ced... Ebced... Dnu daha küçükken okumuştum.
İ- Maşallah, zekiymişsin... Peki... Sene 1915... 15 Ekim... Saat 14:00...
Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- ... Çok büyük bir bahçede oynuyorum...
İ- Kaç yaşındasın?
M- 6-7 yaşında...
İ- Annen nerede?
M- Yukarıda.
İ- Baban?
M- Babam da yukarıda...
İ- Ne yapıyorlar?
M- ....
İ- Annenin adı ne?
M- Annemin adı... Ne yapacaksınız annemin adını?
İ- Hadi kızım, söyle. Sen iyi bir çocuksun.
M- Neden?... Kim söyledi?
İ- Ben biliyorum seni.
M- Evet!... Annemin adını ne yapacaksınız?
İ- Peki, babanın adını söyle.
M- Efendim?
İ- Babanın adı?
M- ŞEVKİ...
İ- Ne iş yapıyor baban?... Aferin, bak, ne güzel konuşuyorsun.
M- SUBAY...
İ- Rütbesi ne?
M- Aaa... Niye bu kadar çok soruyorsunuz?... Sormayın yaa!...
İ- Peki. Kardeşin var mı?
M- Iıh.
İ- Peki.... Sene 1910.... 3 Şubat.... Saat 10:00...Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M.........
(yalanmaktadır) ...
Peki... Sene 1905... 6 Haziran... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ...
(derin derin nefes almaktadır) Bırakın beni!... Bırakın beni!... Bırakın beni!...
İ- Sene 1915 ... 15 Ekim...
M- .... Bahçede oynuyorum...
İ- Peki... Sene 1920... 4 Haziran... Saat 11:00... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
K- .... Mektepteyim...
İ- Ne yapıyorsun mektepte?
M- Mektepte ne yapılırsa, onu yapıyorum.
İ- Oyun mu oynuyorsun?
M- Şimdi oyun oynuyorum.
İ- Sene 1925... 15 Nisan... Saat 17:00.... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Artık yeter, çalışmıyacağım... Oturacağım. Bugün akşama da gezmeye gideceğiz.
İ- Nereye gideceksiniz?
M- Bilmiyorum. Annemin ... şeyi götürecek işte... osu...
İ- Osu götürüyor?
M- Beyi götürüyor.
İ- Sene 1930... 6 Nisan... Saat 10:00...
M- ... Ay, ben gelemiyeceğim... sen çocuklarla kal, Fatma... Ben gidecektim ama, vazgeçtim.
Sen Baha, git!... Ben evde kalacağım... Hiç iyi hissetmiyorum kendimi... Off!... Ayy!...
İ- Sene 1931.... 5 Ocak... Saat 11:00.... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ....
(çok mecâlsiz bir edâ ile) Yatıyorum...
İ- Neyiniz var?
M- Hastayım...
İ- Nerden?
M- ...
(çok kötü öksürür) ... Öhö1... Öhö!... Öhö!... Ciğerlerimden... Ayy!... Ayy!... Off!...
Ahh!... Ahh!...
İ- Sene 1932... 5 Mart... Saat 10:00.... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... ?....
(anlaşılmıyor) .......
İ- Sene 1933... 1 Ocak... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- .... Yolculuğa çıkacağım.
İ- Nereye?
M- Bir yere gideceğim... Bilmiyorum...
İ- Neredesin?
M- Nerede olduğumu da bilmiyorum.
İ- Kim var etrâfında?
M- ... Boşluk...
İ- Sene 1934... 1 Ocak... Nerdesin ve ne yapıyorsun?
M- .... Karanlık bir yerdeyim.
İ- Sene 1937... 5 Şubat.... ... ?...
(anlaşılmıyor) ...
M- ... Evdeyim...
İ- Ne yapıyorsun?
M- Yemekten şimdi kalktık.
İ- Kim var?
M- Babam var, annem var... Kardeşim var...
İ- Sene 1946... 14 Eylül... Saat 17:00....
M- ... Off!... İnşallah Allah'ım!... Vefa Hazretleri'ne gideceğim... Sümbül Efendi
Hazretleri'ne gideceğim, abdest alıp... Sınıfımı bir geçeyim, hepsine Kur'an okutacağım.
İ- İnşallah. İkmâlin mi var?
M- Haa!..
İ- Hangisi?
M- Matematik... kafasızım...
İ- Sene 1953... 14 Eylül... Saat 17:30...
M- ... Ayyy!... Atiye Hanım... Yarım saat
daha geçse de kalksak... Çok sıkılıyorum bugün... O kadar çok sıkıntı var ki içimde!...
Off!... Bir eve gitsek!... Mücellâ filân... Hepimiz tekrar gideriz Mesaretler'e... Çol
sıkılıyorum bugün... Bilmiyorum neden...
İ- Sene 1961... 11 Eylül ... Saat 17:00...
M- .... Muhittin!... Hadi, Şefkat hazırlansın... Mehmet de!... Hadi, gideceğiz...
Caddebostan'a kadar gidip geleceğiz. hadi şekerim...

Bundan sonra günün târihi verilir ve Medyum uyandırılır.... Celse İdârecisi'nin başta verdiği târihleri sonra sorması, kontrol içindir. Acaba Medyum gerçekten o târihi yaşıyor mu, yoksa atıyor mu?... Tabi bunun için Celse esnâsında elinde kalem kâğıt, not tutuyor olması gerekir.

Bu Medyum'un Ekminezi'si gerçekten dikkat çekicidir. Bir evvelki hayâtında 1907'de doğmuş, 1932'de, çok genç yaşta ölmüş ŞUKRAN HANIM... 1905'te iki evvelki hayâtına iniliyor ama maalesef bu Celse'de fazla bilgi alınmamış, sâdece feryatları duyuluyor. Ben de daha önce ne anlattığını hatırlamıyorum. 1933'te Âhıret Âlemi'nde doğuma hazırlanması, kendini boşlukta hissetmesi, 1934'te ana karnıdaki durumu da çok enteresan... Mediha Hanım değerli bir Medyum'du.

****


Medyum Mukaddes Hanım'ın Marie Antionette Celsesi'ni hatırlarsınız... Şimdi aynı Medyum'dan ikinci Celse'yi naklediyoruz... Yalnız bu sefer yanında ikinci Medyum Neclâ Hanım uyutulmuş. İki Medyum da yüseltilmiş. Medyum Neclâ Hanım, bir önceki hayâtında Marie Antionette'in yanında hizmetçi veya nedime olaak bulunmuş. Celse ikisi arasındaki kavga, mücâdele şeklinde cereyan ediyor... Medyum Mukaddes Hanım gene obsedör Varlık Marie Antionette'in tesiriyle bilmediği Fransızca diliyle konuşuyor. Biz de bilmediğimiz için söylenenler tercüme ediliyor... Neclâ Hanım'ın geçmiş hayattaki şahsiyeti Leiman'ı "Varlık2" diye göstereceğiz.

Varlık1 : Marie Antionette
Varlık2: Leiman
Medyum1: Mukaddes Hanım
Medyum2: Neclâ Hanım
Tarih : 22 Haziran 1965
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özelliği: Obsesyon Tedâvisi
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Varlık1- ........?...... (Banttan ne dediği anlaşılmıyor) ....
Medyum2
(Leyman kimliği ile)- Ben her zaman çalmıyordum ... Yok!...
V1- .........?......
(Uzunca konuşur, fakat ne dediği banttan anlaşılamıyor) .........
(Araya Medyum da girer, birine hitap eder)
Medyum1- ........?..... (anlaşılmıyor)
İdâreci- Kiminle konuşuyorsunuz, Mukaddes Hanım?
M1- Bir dakika müsaade edin.... Kim?... Kim?... Ohh!..
İ- Kim o? Konuştuğunuz kim?
Varlık2-
(aslında Medyum Neclâ Hanım'ın bir evvelki hayâtındaki şahsiyet...
Bir melodi mırıldanır. Sesi gittikçe yükselir) ..........
V1- Dâima aynı şey!...
V2- .....
(melodiye söylemeye devam eder)....
V- Hep aynı şeyi söylüyor!...
V2- .....
(melodiye söylemeye devam eder)....
V1- Bu melodist mi, yâhut hizmetçi mi?... Bilmiyoruz.
V2- .....
(melodiye söylemeye devam eder)....
V1- Bir hizmetçi!...
İ- İsmini veriniz.
V1- Bu kadın Fransız değil.
İ- İsmi nedir?
V2- .....
(melodiye söylemeye devam eder)....
V1- Bu aynı şey.... Bu tarz aynı şey...
V2- .....
(melodiye söylemeye devam eder, şarkıya dönüşür).... .... Köyüm uzaktaaa
bir diyardaaa...
V1- Başka şey...
V2- Uzaktaaa dağlaar...
V1- Bu benim için bir zevk değil.
İ- Sizinle de görüşeceğiz. Yalnız evvelâ bu şarkıyı bitirsin, efendim.
V2- ..... ?.....
(şarkıyı söylemeye devam eder, ne dediği anlaşılmaz)....
V1- Bu şarkıya sempatim yok.
V2- ..... ?.....
(şarkıyı söylemeye devam eder, ne dediği anlaşılmaz)....
V1- O İngiliz.... Leyman
V2- ..... Vatanımı özlediiim....
V1- Gidin!... Gidin memleketine:..
V2-
(kahkahalarla güler) Hah hah hah.... Hah hah hah....
V1- .........
V2- Of Allah'ım!...
(gene güler) .... Hah hah hah...
V1- .......
V2- ..... ?.....
(şarkıyı söylemeye devam eder)...
V1- ........
V2- .... ?.....
(anlaşılmıyor) Öldürdüm... Izdırâbımdan...
V1- Ölüme gelmek istemiyor.... Beni sevmiyor... Bana karşı sempatisi yok...
V2- ..... ?.....
(şarkıyı söylemeye devam eder) ....
V1- Senin çok mağrur olduğunu tahmin ediyorum.
V2- .... İnanmıyor!...
(sinirli bir ifâde ile, âdeta bağırarak) Çünkü yalnız kendini bilen,
yalnız kendini düşünen ve yalnız kendini seven insanlarsınız. Başkaları var mı?
Başkaları ızdırap çekiyor mu?... Yok!.. Yok!... Bunları bilmiyorsunuz!...
V1- .......
V2- Gülmek, eğlenmek, dans ve müzik... Yalnız bir kalıp!... Yalnız bir kalıp... Ruh yok!...
V1- Ama siz kıskanıyorsunuz... Niçin?
V2- Belki kıskanıyorum!... İnsanın kendinde olmayan şeyleri kıskanması o kadar
tabii ki!... Bu kıskançlık bana neler düşündürür...
V1- ...........
V2- Siz nasıl bana eğilmiyorsanız, ben de size eğilemiyorum... Ama bilin ki, bâzen
sizi sizden daha çok seviyorum... ve acıyorum.
(şarkıyı mırıldanmaya devam eder) .....
V1- Bu şarkı sebebiyle dâima sinirli oluyorum... Dâima aynı şarkı... Yalnız ben gururlu
değilim fakat.....?...
(anlaşılmıyor) ... ile konuşamam.
İ- Yalnız Leyman sizi çok methediyordu... Sizi çok seviyormuş.
V1- No!.
İ- Leyman'a soralım: Marie Antionnette'i seviyor muydunuz, efendim?
V1- No!.
V2- Marie Antionette'i seviyordum tabii... Fakat arkadaşlarını hayır...
V1- Niçin?
V2- Çünkü etrâfınızdaki kötülükleri göremiyorsunuz, onun için.
V1- Ben çok lüks yapıyordum. Onun için benimle dâima münakaşa ediyordu.
V2- .....
(gene şarkı mırıldanır)....
İ- Peki, efendim. Şimdi Leyman, Marie Antionette'den bir şey sormak istiyor musun?
V2- Sorduklarıma cevap veremez ki!..
İ- Sorunuz,. bakalım... Yalnız size çok yardım ettiğini söylüyordunuz. Ve sizin
ölümünüze çok üzüldüğünü bildirmiştiniz. Değil mi?
V2- Tabii!... Çocuk sevdiği oyuncağını kaybedince üzülür!... Ama beni o çukura atıp
boğarlarken, hiç umuru bile değildi.
V1- Ben Paris'te değildim. Bilmiyordum. hemen haber aldım.
V2- O kadar zevk ü safâya daldırmasaydı kendini... etrâfını görseydi... bir insanın
ölümüne bu kadar bigâne kalamazdı. Gâyet tabii!... Yanından beni alıp götürdükleri
vakit eğlenerek, gülerek... Götürürlerken niye o zaman "nereye gidiyor?.. Ne
yapacaksınız?" demedi?
V1- Fakat benim bir çok işlerim vardı. Çok meşgûldüm. Bu sebepten...
V2- İş!... Yalnızca aşk yapmaktadır...
V2- Aşk benim gıdamdır, ekmeğimdir.

Devam edeceğiz. Fakat burada durup bir kaç hususu açıklamamız gerek. Birincisi, bu Celse'yi anlayabilmek için sık sık daha önce verdiğimiz Marie Antionette Celsesi'ne müracaaat etmeniz gerekecek... Aksi takdirde söylenenler doğru mu, yanlış mı, bilemezsiniz.

İkincisi, her iki Medyum da daha evvel uyutulmuş, Neclâ Hanım'ın geçmiş hayâtı ve Marie Antionette ile bağlantısı tesbit edilmişti. Bulursam, o Celse'yi de veririm... Onun üzerine bu Celse'de iki Şahsiyet birbiriyle karşı karşıya getirildi.

Marie Antionette'in ilk Kraliçelik döneminde çok müsrif olduğunu, çok safahata düşkün olduğunu naklettiğimiz diğer Celse'nin açıklamasında hayâtını incelerken görmüştük. Ama sonraları halka yardım ettiğini de okuduk. Az mı, çok mu, bilemeyiz... Fransız İhtilâli sırasında Pâris dışına çıktığını da biliyoruz. Aşkları konusunda uydurulan pek çok dedikodu vardı ama, kendisinin aşkları hakkında fazla bir bilgi edinmemiştik. Buradaki sözleri bir itiraf gibi geliyor... Devam edelim, bakalım, neler olacak?...

Varlık1- Allah!.... Bakınız.... Göğe bakınız... O'nu
görürsünüz.... Dâima benim hatâm bu noktada...
İdâreci- Sarayınızda müzik, piyano çalan kimdi size?
V1- Ben daha evvel size söyledim.
İ- Hayır söylenmedi, piyano çalan.
Varlık2- Yüzlerce insan gelip geçerse, kim olduğunu nereden tanıyacak?
V1- O, hakikati söyledi... Çok müzisyenler geçti.
V2- Dinlemezlerdi bile!.. Ben... zavallı... bir perdenin arkasında dinlerdim.
İ- Kim çalıyordu o zaman piyanoyu?
V2- Ben köleydim. Bilmezdim ki!... Yalnız dinlerdim... Bu zavallılar da gülerlerdi...
Yalnız bunun bir oğlu vardı, ufacık...
V1- ....
(sinirlenir) ...Oğlumdan bahsetmeyin!..
V2- ...
(güler) ....
V1- Oğlumla ne arıyorsunuz?
V2- Oğlunla ben bir şey aramıyorum!... Ama başkaları çok şey arıyordu!...
V1- .......

Bu kısım da doğru... İyi bir anne idi... Onu oğluyla ilişkiye girmekle itham ettiklerinden oğlundan bahsedilmesini istememesi, anlaşılır bir husus...

Varlık 2- İyi anneydin ama... yazık!... Başka tarafın yoktu.
İdâreci- Bakın, ne diyor?
Varlık1- Hangi tarafımı arıyorsunuz?
V2- Haa!... "Hangi tarafım tamamdı?" desin... Bir tarafı tamamdı. süslenmeyi güzel
bilirdi. Erkekleri de güzel kandırıyordu.
V1- Aaaa!...
V2- Kocasından hınç aldığını zannediyordu.
İ- Philip'le olan durumu nasıldı?
V1- Aa, ekselans!...
V2- ....
(kahkahayla güler) Hah hah hah!...
V1- Fevkalâde
(idi) ...
V2- Zavallı!....
(güler) ....
V1- Ben size daha evvel söyledim. Bu bir cinâyet değildi sevmek... Sevmek!...
Söylüyorum size...
V2- yalnız onu bilirdi.
V1- ......
V2- ...
(güler) ... Aklı onlarla berâberken de başka yerdeydi... "Acaba bunu nasıl
kıskandırayım?.. Nasıl kafasını bir ....?.....
(anlaşılmıyor) ... sokayım" derdi...
İşte eksik tarafın buydu.
İ- Buna ne diyeceksiniz, efendim?
V1- Bana biraz zaman verin, düşüneyim... Bu hanım sebebiyle sinirli oldum.
V2- O kadar hızlı gidiyordun ki, hayâtında bile düşünmedin... Belki bir daha gelişte...
İ- Evet, bir daha dünyâya gelecekmişsiniz.
V1- Mua?
V2- Niye hayret ettin?... Ama Kraliçe değil!...
V1- Aaa!... Gökten veya Allah'tan mektup mu aldın?
V2- Küçük bir köylü kızı
(olarak) ....
V1- ???....
V2- Yoo... Allah mektup yazmaz... Ama alınyazını yazar...
V1- Nereden biliyorsun ikinci defa dünyâya geleceğimi?
V2- İnanmadığın için gelmiyorsun!... İnansan, geleceksin... Hem de küçücük bir köyde...
V1- ??? ....
V2- Seni inandırmaya çalışıyorlar. İnandıracaklar Büyük Ruhlar...
V1- Sen benim köylü gibi mi geleceğimi zannediyorsun?... Ben köylü değildim ve
köylü de olmıyacağım!.. Belki siz olursunuz.
V2- Senin çoktan yazıldı alınyazın... Yaa!...

Şimdi bilmediğimiz, bilemiyeceğimiz hususlar konuşuluyor.... Dünyâya tekrar gelme acaba bizim inanmamıza mı bağlı?... Elbette değil!... Ama Marie Antionette için böyle bir şey söz konusu olabilir mi?... Olabilir... Peki, geçmiş hayâtına dönmüş, ayrı bir şahsiyet olarak görünen Leiman bunu bilebilir mi?.. Onun bir köyde, köylü kızı olarak geleceğini bilebilir mi?... Oradan bu konuda bir mesaj almış olabilir mi?... Olabilir... Ama diğer Varlığı kandırmak için de söylüyor olabilir... Olabilir de, hangisi doğru, biz bilemeyiz... İyisi mi, devam edelim Celse'ye...

Varlık2- Ama ben senden evvel geldim... Sen evvel de geleceğim belki (tekrar) ....
Varlık1- Güzel piyano çalıyordu.... Ama hayat çok zordur. Oyuncak gibi değildir. Herkes,
hanımlar piyano bilir.
V2- Hayâtın zor olduğunu öğrendiğine göre, bir gün geleceğini de öğrenir.
V1- Ben çok acı çektim evvelden... Karanlık'taydım... Kâlbim ve başım... Başsız nasıl
düşünülür?
İ- Şimdi Leyman'dan rica edelim. Marie Antionette'e âit bir hâtıranızı anlatabilir misiniz?
V2- .........
İ- Pierro ile ilgili olanı.
V1- O biliyor. Söyleyin, anlatsın.
İ- Pierro'yu biliyor musunuz, Leyman?
V1- Bu şarkı sebebiyle kulaklarım çok rahatsız oldu.
İ- Pierro'yu tanıyor musunuz, Leyman?
V2- .... Tanımamış olmayı tercih ederdim.
İ- Efendim???
V2- Tanımamış olmayı tercih ederdim.... soğuk... kaba... yalnız ismi...
İ- Kimi?
V2- Pierro.
İ- Ne iş yapardı?
V2- ... Konuşturmasanız daha iyi...
İ- Yok, şimdi her şeyi söyleyin.
V1- Ben ona müsaade verdim, söylesin.

İdâreci'nin bu kadar ısrarının sebebi, Geçmişte Pierro diye bu ikiliyle berâber yaşamış olan şahsiyet, bugün, yani Celse târihinde aramızda olan bir arkadaş idi. Pierro onun geçmiş hayatlarından biri idi. İdâreci bağlantıyı kurmaya çalışıyor.

İdâreci- Pierro ne iş yapardı?
Varlık2- .........
İ- Peki, size soralım.
V2- Hırsızlık yapardı. Burdan çalar, öbür yandan satardı.
İ- Yanlış biliyorsunuz. O Pierro değil.
V2- Niye?
V1- O bir misyonerdi. Onunla ben aşk yapamazdım... Siz... Siz zannediyorsunuz ki,
ben herkesle aşk yapardım!... Tamâmen hatâdır.
İ- Pierro ormandaki kilisenin râhibi imiş.
V2- Oraya gelen hediyeleri alıp götürürdü.
V1- Ben mi???
İ- Hayır!...
V2- O değil, Pierro. ....
(güler)... Sen herkesin sevgilisini çalardın!... O kadar!...
başka bir şey çalmazdın...
V1- Pierro bana dâima yardım etti.
V2- ....
(güler) ... Sorular Türkçe anladığı hâlde neden Fransızca konuşuyor?
V1- Müsaadem yok. Ben Türkçe konuşamam.
V2- Daha nelere müsaaden yok?
V1- Bu çok farklı bir lisan benim için... Ben aynı ifâdeleri bulamam.
İ- Şimdi birisi doğrudan doğruya kendi geçmiş hayâtını yaşıyor. Birisi doğrudan doğruya
Obsedör olarak geliyor. O bakımdan fark vardır... Evet, efendim. Siz şimdi
seviyormuşsunuz Leyman'ı... Saray'a aldığınıza göre...
V1- O kâfi değil... Benim hiç bir işim yok... Herkes benimle... ilgisi yalnız aşk idi.
V2- Başka şeyle uğraşmazdı.
V1- Bâzen, evet.
V2- O "bâzen" dediği, bütün hayâtını kapladı!..
V1- Ben hayâta başımı verdim.
V2- Ahh, ahh!... Ne uğruna verdiğini bilmiyor ki!.
İ- Ne uğruna verdiğinizi...
V1- ... Biliyorum, biliyorum ne dediğini... Sefâlet sebebiyle... Bu çok basit benim için...
İ- Fakat siz çok iyi bir kadınmışsınız.
V2- İyi bir anne.
İ- Bakın, Leyman ne kadar seviyor sizi. Takdir ediyor.
V1- Fakat o.... Ben güzeldim... O aşkı bilmezdi.
V2- .....
(Yine bir melodi mırıldanmaktadır) ......
V1- Herkes beni selâmlardı... Aşk ve sefâhat... İki şey ki, beni öldürdü.
V2- Kanındı... Onlar akıyordu damarlarında... Başka bir şey yok!
V1- .........
V2- Aşk artı Sefâhat eşittir Marie Antionette.
AŞK + SEFAHAT = MARİE ANTİONETTE
V1- Yalan söylemeyin!... Fransızlar'ın bana karşı kini vardı.
Ben Fransız değildim. Kin besliyordum
(onlara) ...
Hatâlarımı görüyordum.... O Cezâyirli'ydi.
İ- İngiliz misiniz, Cezâyirli misiniz, Leyman?
V2- Beni ilk önce Cezâyir'den korsanlar... İngiliz... Sonra bir pazara götürdülar....
Bilmiyorum, nerede o pazar... O zaman hiç bir yeri bilmiyordum ki... Burası neresi?...
Bir sürü kalabalık... Çadırlar... Bir sürü adamlar.... Avaz avaz bağırıyorlar... Bir tül...
işin yoksa, dolan!... Sonra aldılar... Giydirdiler, kuşattılar... Bir yere götürdüler...
Bunun yanınaymış...
(parmak şaklatmaya başlar) .... Ama epeyce eğlendim orada...
İ- Kaç yaşında geldiniz Saray'a
V2- ..... 14.... geldim.... 16'da "cup!".....
(öldürüp suya atmışlar)
V1- Öldün!.. .
(Türkçe söyler, bundan sonra Türkçe devam eder)
V2- İyi ama... "öldün"... Onu Türkçe söylüyorsun ama...

Bâzı açıklamalar yapmamız gerek.... Medyum Neclâ geçmiş hayâtındaki Leiman olarak konuşurken, birden kendini o döneme kaptırır, canlı olarak esir pazarında satılışını yaşar... Gerçekten İnglizi korsanları tarafından 14 yaşında Cezâyir'den kaçırılıp İngiltere'ye, oradan Fransız Sarayı'na götürüldü mü?... Bu arada İngilizce öğrendi mi, bilinmez... Ama anlatılanlar bunlar...

Bu arada aklınıza takılmış olabilir.... "Nasıl oluyor da, Marie Antionette'in Medyum'u ile Medyum Neclâ Hanım'ın geçmiş hayâtı Leiman aynı ortamda bulunuyor? " diye... Bu sık rastlanan bir durum... Geçmiş hayatlarında bir arada bulunanlar, tekrar bedenlendiklerinde de aynı ortamda olabiliyor. Bunu en çok Adana-Hatay dolaylarındaki Reinkarnasyon vak'alarında görüyoruz. Bizim grupta da böyle kişiler vardı. Bir örnek de Medyum Rüksan Celsesi'nde vardır.

Öte yandan Varlık1'in söyledikleri doğru... Kendisi Fransız değil, Avusturya Sarayı'ndan Fransa'ya götürüldü. Hiç istemedi. Fransızlar da onu pek benimsemediler. Hep kıskandılar.

Varlık1- O söz verdi, gelmedi.
İdâreci- ???
V1- Hanımından müsaade alınca... gelince Öbür Dünyâ'da...
İ- ???
V1- "Kamizo do" nedir, biliyor musunuz?... Berbat bir şey...
İ- ??? Nedir?
V1- Öldüm.
V2- Yoo!... Onu söylüyorsun... Kolayına geliyor "öldüm" demek....
V1- Bırakın!... bırakın!...
V2- Ah, ben çoktan bıraktım seni... Akıllandığın vakit Buraya da geleceksin... O zaman
tamam olacak.
İ- Şimdi ikiniz berâber yaşamışsınız. İyi taraflarını da biliyorsunuz. Onun için her
ikinizden de birbirinizle barışmanızı rica ediyorum.
V2- Dargın değilim ki!.
V1- O öldüğü zaman ben hayattaydım.
(Bunları Türkçe söyler)
V2- Bak, nasıl Türkçe konuşmaya başladın.
İ- Alâka göstermemişsiniz.
V1- Göstermemişim. Şikâyeti ondan.
İ- Evet.
V1- O kadar çok eğleniyorlardı ki, ben hangisine alâka göstereyim?
V2- ....
(güler) ... Doğru!... O da doğru!
İ- Şimdi Leyman'dan rica ediyorum. Lûtfen Marie Antionette'i affediniz bu hususta.
V2- .....
(bir melodi mırıldanır) .... Ben affettim. Affettim ama...
V1- ALLAH affetmiyor ki!...
V2- ...Allah affetmiyor ki... Allah hep affeder... Bu kaideyi de öğren!.. Yalnız Allah
senin kabul etmediğin bir sürü şeyleri sana öğretmek istiyor, başka Ruhlar tarafından...
Anladın mı?.. Onların dediklerini hâlâ böyle dik kafana... Ama yavaş yavaş öğreneceksin.
Ve 1972 senesinde bu dünyâya tekrar geleceksin.
V1- Ben bu dünyâda değil miyim?
V2- ...
(güler)... Bedensizsin, bedensiz!...
V1- Kafam başka tarafta.
V2- Kafan başka tarafta, vücudun başka tarafta... Oooo!...
V1- Ama gene geliyorum.
V2- Parça parça!...

Marie Antionette öldüğüne inanmıyor. O, sâdece başını kaybettiğini, vücuduyla hâlâ bu dünyâda dolaştığını zannediyor. O yüzden başını arayıp duruyor... Bu arada Leiman, Marie Antionette'in 1972 yılında tekrar dünyâya geleceğini nasıl bildi?... Orada Üstün bir Varlık mı söyledi?... Yoksa kafadan attı mı?... Bilemeyiz. Gelip gelmediğini de bilmiyoruz, çünkü tâkip etmedik. Mukaddes Hanım'la irtibatımız kesildi.

İdâreci- Şimdi Leyman'dan rica ediyorum, lûtfen affediniz. TANRI rızâsı için...
Varlık1- Sanki ben öldürdüm!... Onun için...
Varlık2- Tanrı'ya âit.
İ- Siz affedin de... Barıştınız mı?
V2- Evet.
İ- Siz de affediyor musunuz/
V1- Hayır!...
V2- Allah affeder mi bilmem, ama ben affettim.
V1- Hayır!
İ- Niçin?
V2- Affedemez!... Tekâmül'ü müsait değil... Daha seneler var.
İ- Lûtfen... Lûtfen.
V2- 16 senesi daha var...
V1- Beni herkes suçluyor... Bütün târih!... Hep yalanlarla dolu...
İ- ALLAH rahmet eylesin.
V1- Kim?... Kim?... Kim ona yardım etti?... Allah bile etmedi!... Allah etsin!... Yardım
etsin... Allah!... Allah!...
İ- Bakın, Tekâmülünüz için bu şart...
V1- Benim Tekâmülüm ..... ?.....
(anlaşılmıyor) ... Karanlık bir çukur içindeyim....
Bâzen çöle gidiyorum, bâzen nereye gittiğimi bilmiyorum.
V2- ....
(güler) ...
V1- Karanlıklar içindeyim boyuna!... Allah beni nasıl affetmiyor ki!...
İ- Şimdi barışın ki...
V1- Allah beni affetsin, ondan sonra... O dua etsin. Allah onu affetsin.
İ- O dua ediyor zâten.
V1- Ben Allah'tan affı öğrenmek istiyorum... Allah'tan... Ben kimseyi öldürmedim... Ben
kimseyi öldürmedim ki!... Ama beni öldürdüler... Yaa!... Gövdesiz bir baş ne kadar
düşünebilir?... Aklım yok ki!... Ayrı ayrı yerlerdeyiz... Bir gün çöle götürüyorlar...
mezarlar içinden...
V2- Artık öğrensene!... bedeninle Ruh'un bir değil!... Parça, parça, parça da olsan,
Ruh'un bir tâne!...
V1-
(şaşırır) Aaaa!...
V2- Kafan orada olsun, bedenin bilmem nerede olsun... Sen gene birsin!..
V1- İyi ya!... Başımı bedenimin üzerine koyayım ki....
V2-
(sinirlenir) Hayır, koymasalar da bu Tekâmül'ü yapacaksın!
İ- Şimdi Leyman, sükûnet bulunuz.
V2- Anlatmak istiyorum!... Seviyorum!... Anlatmak istiyorum... O kafana sokmak
istiyorum ki, bedeninle Ruh'unun alâkası yok!
V1- Ben de diyorum ki, benim suçum ne?... Bir "Pasta ye" demişim Fransızlar'a...
ekmeksizlermiş... sefâleti bilememişim... Bütün çanlar kulaklarımda çalıyor... Hep
aynı ses: "Açız!... Açız!... Açız..." ... Kaç seneler ben Tekâmül'e eremiyorum ki!...
Yardım edin de, ereyim...
İ- Peki. Dua edelim, efendim.
V1- Dua etse arkadaşınız, ben rahat ediyorum... Bakın işte... Bugün konuşabildim gene.
İ- Dua edin, efendim.
V1- Hepiniz öleceksiniz... Ne biliyorsunuz, ne olduğunuzu?... Allah o kadar güç
affediyor ki insanı!...

İdâreci nihâyet Varlık1'i istediği noktaya, yardım isteme noktasına getirdi. Tabii Varlık1 gene bir takım yanlışlar söylüyor. ALLAH güç değil, çok affeder!... Yeter ki sen, af dile!... Yine Varlık1 arada doğru, hattâ felsefî lâflar da ediyor, " Hepiniz öleceksiniz... Ne biliyorsunuz, ne olduğunuzu?" gibi...

İdâreci- Şimdi affettiniz mi?.. Lûtfen barışın. TANRI rızâsı için.
Varlık1- Ben mi?... Af bilmem ben!...
Varlık2- Daha öğrenemedin.
V1- Af yok benim için!... Ben kocamı bile affetmedim de, ondan sevgilim oldu.
Kocam... Kocam da başkalarıyla sevişiyordu... Ben onu...
V2- İyi halt ediyordunuz!
V1- Onun için affetmedim. Ama ben onun gibi değildim yalnız... Yalnız Allah'tan
emir alırdı, insanlardan değil... Ben o kadar değildim.... Ben o kadar kütü müydüm?...
Söylesene!... O kadar kötü müydüm ben? ... Ben kocam kadar kötü müydüm?
V2- Cıhk!... Değildin... Çünkü anne tarafın vardı... O eşeğin baba tarafı da yoktu... Ya!...
İ- Peki. Şimdi artık barıştınız mı? Leyman, bakın, elini uzattı size...
V1- Sıkayım mı?...... Bir şartla barışım!...
İ- Ne gibi?
V1- Bir defa arkadaşınızı Obsesyon'a sürüklemiyorum bir!.. Obsesyon diye bir şey yok,
iki!... Berâber yaşıyoruz, üç!...
V2-
(alaycı bir ifâde ile) Tabii!...
V1- Buna inanın!... Bir kere daha köylü olarak geleceekmişim!... Bilmiyorum... Buna
hiç inanamadım.
V2 ....
(güler) ....
V1- Ben nasıl olurmuşum... Ben köylü kızı nasıl olurum?...
V2- Ooo!... Öyle olursun ki!...
V1+ Peki, efendim. bunlar bizim dışımızda olan şeyler değil. Yalnız ikinizi barıştırmak
istiyorum.
V1- Ben bütün ölenlerle barışsam, melek olurdum.
V2- Yandın!...
İ- Şimdi barışın. Olmaz mı?
V2- Barışamaz!...
V1- Bana her zaman nasıl yapıyorduysa, gene aynı şeyi yapsın!
V2- Rreverans, değil mi?
V1- Tabii!
V2- Yaa!... Geçtii!... Geçti!... Ben tekrar geldim. Tekâmül'ümü yapıyorum.
V1- Ben de geldim... ben de geldim... Ama arkadaş dinsiz... Ben nasıl Tekâmül
yapayım?
V2- ...
(güler) ... Sen Katolik'sin.
V1- "Dua et" diyorum... Katolik miyim?... Olsun... O da bir din... Evet, Katoliğim,
çok şükür Allah'a!...
V2- Allah, çok şükür!...
V1- Hiç inkâr etmiyorum Katolikliğimi.
V2- Kaltolik dedin mi, temizdi.... Müslüman dedin mi, pisti... Protestan dedin mi,
hüüü, Allah göstermesin!... Sanki Allah böyle ayırırmış onları, tek tek... Tek tek...
Tamam!...
V1- Arkadaşınız câmiye gidiyor mu? Ben hep giderdim şeye... O kötü kadın...
Ben gider, dua ederdim... Allah'a dua etmesini biliyordum, hiç olmazsa!..
V2- Niyet mühim.... Allah'ı kandıracağını zanneder. Gider oraya, "Aman Allah'ım!
Yaptığım günahlardan beni affet, Allah'ım!"
V1- ......
V2- "Bir daha yapmıyacağım, Allah'ım!... Vallah!... ben hayatta bir kişiyi seviyorum..."
V1- Evet... Evet...
V2- "Ah Allah'ım, o da beni sevse, bir daha yapmıyacağım, Allah'ım!"
V1- Evet. Tabii...
V2- Ama daha oradan dışarı çıkar çıkmaz, gene aynı şey!...
V1- O benim memleketlimdi ve beni seviyordu. Ben de onu seviyordum. Ama ne çok
seviyordum!... Allah'ım, ben onu ne kadar çok seviyordum!...
V2- Bayıldı!
V1- "Öbür aşkları" diyorsun ama, onlar aşk bâzen... ben "sevmek" diyorum ona...
Anlamıyorsun ki!.. Küçüksün sen, aman!... Anlar mısın aşktan falan?
İ- Öyleyse barışın.
V1- Barışamam!
V2- YA- PA- MAZ!...
V1- Yapamaz!... ne güzel biliyor, bak, benim karakterimi!... Hayatta ben hiç affedemem,
elimde değil!.
V2- Elinde değil... Daha o mertebeye gelemedi... Affetmek nerede, o nerede!...
V1- Hiç affedemem!... Hakikaten!..
V2- Hakikaten!... Çünkü büyüklük affetmemek!
V1- Bir piyano çalarsa, belki...
İ- Peki, efendm. Affedecek misinizi o zaman?
V1- Çalsın... Bilmiyorum.. Belki... Değişirim inşallah.
V2-
(parmaklarını tıkırdatır)
İ- Leyman, şimdi rica ediyoruz, yarım kalmış...
V1- Hep yarımdır eserleri...
İ- ...
(teypten piyano çalmaya başlar) ...........
V1- Benim aşklarım yarım, onun eserleri yarım.... Bir türlü tamamlanamadık... Aaa!...
Çok severdim bu parçayı....
V2-
(mırıldanarak parçaya iştirak eder) .....
V1- Bu parça çok iyi... Şahâne bir parça!.. Ah, ne kadar güzel!... Çok şükür, biraz
huzûra varabildim... Her şey ölür ama, besteler hiç bir zaman ölmez!... Neler var onların
içinde, neler!... Yalnız kuru gürültü değil.... En çok sevdiğim parça...
İ-
(Uzun bir süre piyano konçertoları dinlenir) Bunu bilemezsiniz, efendim.
zamânınızda yoktu bu parça...
V1- Bethoven değil mi?
İ- Evet... Nereden biliyorsunuz?.. Bethoven'in zamânında var mıydınız?
V1- Biliyorum... yoktum ama, biliyorum.
(Muhtemelen Medyum'un şuurundan
alıyor)...
V2- ...
(ağlamaya başlar) ... Ne olur, susturun!
İ- Lûtfen sükûnetle tâkip ediniz.
V1- Tabii, sen benden farklısın.
İ- Şimdi kendi eserinizi mi dinliyorsunuz?
V1- Kendi eserini dinliyor, ve ondan ağlıyor... Muazzam eserler vermiş... Benden sonra
dünyâya gelmiş.... Bilmiyor muyum zannediyorsunuz?..Ben her şeyi biliyorum... Ruhlar
her şeyi bilir!

Aklınız karışmadan duralım... Celse İdârecisi her şeye hazırlıklı... Celse'ye bir teypte kayıt yapılırken, ikinci bir teypte piyano konçertolarının bulunduğu bir bant hazırlamış... Marie Antionette'in isteği üzerine onu çalmaya başladı. Leiman, Marie Antionette'le berêberken piyano çalarmış... Ama ondan sonra da bir hayâtı olmuş. Bir müzisyen olarak olarak dünyâya gelmiş. Meşhur bir bestekâr olmuş, daha doğrusu Bethoven olmuş... İster inanın, ister inanmayın. Elimizde bir delil yok... İddia bu... Arada başkası var mı, bilmem, daha sonra Neclâ Hanım olarak dünyâya gelmiş... Sevgi Dünyâsı'da çıkan bir ropörtajında, bu hayâtında hiç müzikle ilgilenmediği halde, trans hâlinde iken piyano çaldığını anlatmış... Şimdi Celse'de piyano dinlerken heyecanlanıp ağlamaya başlamasını, çalınan parçanın kendisine âit olmasına bağlıyorlar. Ama hangi parçaların çalındığını hatırlamıyorum ki...

Elbette ki Ruhlar her şeyi bilemez... Ancak bedenden sıyrıldıkları için, orada başka Ruhlar'dan yardım gördükleri için bizden fazlasını bilebilir.

Varlık2- .... (eliyle tempo tutmaktadır) ..... Her zaman bulunur .... ?..... (anlaşılmıyor) .....
Varlık1- Bununla neyi ifâde etmek istiyor?... Bu eserinizdeki mânâ nedir?
İdâreci- Söyler misiniz?
V1- Beni seviyorsanız, bu eseri biraz izah edin.
V2- Bunu mesut olduğu bir zaman bestelemiş.... İkinci kere Dünyâ'ya dönmemiş...

Bant bitmiş Celse'nin bundan sonrası kaydedilememiş, ama zâten sona gelinmişti. Herhalde iki Varlık barıştılar, ve Medyumlar uyanınca hiç bir şey hatırlamadı.

Görüyor musunuz, Spiritualizm ne kadar zor ve zahmetli?... Nelerle uğraşıyorlar, ne gibi muammaları çözmeye çalışıyorlar. Sonradan ne kadar araştırma yapıyorlar... Haa, "araştırma" dedim de aklıma geldi, bu Celse'yi ilk "Marie Antionette Celsesi" ile birlikte incelemelisiniz. Açıklamalar orada...

****


Marie Antionette ile atışan, onun devrinde Leiman adıyla yaşamış, daha sonra da Bethoven olarak Dünyâ'ya gelmiş, yarım besteler bırakmış Neclâ Hanım hakkında Sevgi Dünyası'nda bir yazı çıkmış. Aynen naklediyoruz.

1948'de Fen Fakültesi Yüksek Matematik ve Astronomi mezunu olan, söyleşi yaptığım
dönemde Ankara'da Vakıflar Bankası'nda müdürlük yapan Neclâ Hanım (Ölümü 2001)
bir Fizik Medyum'la yaptıkları ilginç deneyi şöyle anlatmıştı:

- "1945-46 yıllarynda idi. Üniversite'de öğrenciydim.
Beylerbeyi'nde bir âile toplantısına dâvet ettiler. Gittim.
Som cevizden büyük bir masanın etrafna 15 kişi kadar
toplanmıştık. Ellerimizi masanın üzerine koyduk. Biraz
sonra ağır masa kımıldamaya başladı. Toplantıyı idâre
etmekte olan Evin Baldızı 'Tamam, Ruh geldi!' diye bağırdı.
Evin Beyi oyun yaptığımızı zannederek 'Ne Ruh'u, canım?
Masayı bal gibi siz oynatıyorsunuz' diyerek alay etmeye
başladı. Enişte Bey'in bu iğneli lâfları, Baldız hanım'ı iyice
kızdırmıştı. Gelen Ruh'a, eniştesini işâret ederek ricâda
bulundu: 'Lûtfen bunu inandırın. Beni kızdırıyor!'
Gelen Varlık Masa'nın bacak darbeleriyle sehpaya geçilmesini
bildirdi. 2-3 kişi ellerini koyar koymaz sehpa dört ayağı
üzerinde havalandı, yan döndü ve havada süzülerek Evin
Bey'ine doğru sür'atle kaydı. Enişte Bey, korkudan ayaklarını
kanepeye toplamış, vücudunu geriye çekerek, kollarını
yana açmış bağırıyordu: 'İnandım!.. İnandım!..'

Hiçbir müzik âletini çalmasını bilmediği halde Diş Doktoru Ferhan Erkey'in Medyumu
olarak bir toplantıda bir besteyı piyanoda seslendiren Neclâ Hanım anlatmaya en
başından başlamıştı:

- "Toplantılarına ilk gittiğim gün bende Yazıcı Medyum
tezâhürleri görülmüştü. Ferhan Bey bendeki bu durumun
farkına varınca büyük ilgi duydu. Celse'den sonra bana
anlattıklarına göre ilk deneyde ünlü bestekâr Beethoven'in
Ruhu gelip bitiremediği bir senfonisinden, onu tamamlamak
istediğinden bahsetmiş. Başka bir gece piyanosu bulunan bir
evde yapılan Celse'de Beethoven'in Ruhu: 'Benim müzikle ilgili
söylediklerimi anlayamıyor. Zirâ hiç müzik bilmiyor' diye şikâyette
bulunmuş. Ruh doğru söylüyordu. Gerçekten hiç müzik bilgim
yoktur. Bir tek müzik âleti çalmasını bilmem. Sâdece Klâsik Batı
Müziği dinlemekten çok hoşlanırım. Beethoven'in Ruhu ilâve
ediyor: 'Burada ıstıraplı bir Varlık var. O da müzisyen. Sizinle
konuşmak istiyor.' ... Onun macerası da ilginç. Büyük ümitlerle
piyanist olarak katıldığı bir müzik yarışmasında kazanamayınca
intihar eden birisi bu,,. Nitekim benimle bağlantı kurar kurmaz
hayâtımda tek defa olsun piyanonun tuşuna el sürmemiş olan
ben, intihar eden o müzisyenin yarışmada çaldığı parçayı piyanoda
baştan sona çalıyorum. Uyandıktan sonra çaldığım parçayı bana
banttan dinlettiler. Müzik değerini tatminkâr bulmadım."

Neclâ Hanım matematikçi bir kafaya sâhip olduıundan dört başı mâmur inceleme
yapmadan bir karara varmak istemiyordu. Ama konuşmanın bu safhasında yanımızda
bulunan Hâzım Akalın arkadaşımız dayanamamıştı,:"Ne diyorsunuz Neclâ Hanım"
diye atıldı. "O Celse'de bizzat ben de bulundum. Öyle bir müzikten anlamayan
bir kişinin çalacağı parça değildi o. Celse'de radyoevinde çalışan müzisyenlerden
bazıları da vardı. Çalınan parçanın Beethoven'in bir eseri olduğunu onlar da heyecanla
söylemişlerdi."

İşte böyle... Yalnız bu açıklamadan anlıyoruz ki, Neclâ Hanım, Beethoven olarak yaşamamış. Marie Antionette'le olan Celse'de transta olduğu için Beethoven gelmiş. Marie Antionette te ona "Hep yarımdır eserleri... Benim aşklarım yarım, onun eserleri yarım.... Bir türlü tamamlanamadık," demişti.

Ama bu Medyumlar enteresandır. Umûmî Toplantılar'da yapılan çalışmalar kâfi gelmez, bâzen kendi başlarına da iş yapmaya kalkarlar.... Medyum Neclâ Hanım da öyle yapmış. Bir kaç sefer arkadaşlarını toplamış, "Ruh nasıl çağrılır?" göstermeye kalkmış, Başında İdâreci olmadan Fincan çalışması yapmış!... Ve bir Geri Varlık gelip Medyum'a yapışmış, rahatsız etmeye başlamış... Biz boşuna mı diyoruz, "Aman kendi başınıza çalışma yapmaya kalkmayın" diye?... Rahmetli, pişman olmuş ama, neye yarar?...

Tabii hemen geldi. Toplantı günüydü. İdâreci onu uyuttu, yükseltti ve Geri Varlık'la konuşmaya, onu Medyum'u terketmesi için ikna etmeye çalıştı.

Varlık1 Geri Varlık
Varlık2: Şehnaz
Medyum: Neclâ Hınım
Tarih : 1966
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özelliği: Obsesyon Tedâvisi
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- (Geri Varlığa) Bırak bu inâdı!...
Medyum-
(Derin derin nefes almaktadır. Acâyip sesler çıkarır) .... Aman!...
Uyandırın!... Aman, uyandırın!.
İ- Varlık'la görüşmek istiyorum. Hayır1
M- Ahh!... Uyandırın!... Uyandırın!...
İ- Evde Fincan yapar mısın?... Yaa!...
Varlık1- Bir küfür etsem, dininize küfür edeceğim... Niye dinlemez beni, bilmiyorum ki!:..
Bir "Allah" tutturmuş!... Bir küfür etse...
İ- Rahata tavuşur mu?
V1- Onu bilmem ama, ben, evet.
İ- Sen kimsin evvelâ?... Senle bir dost olalım.
V1- Dost!... Ulan, dost kime olmuşun ki, bana olacaksın?... Ama... ama bunun bir
dostları var ki, onları... onları... onları bir yensem!... Dünyâ'nın kaç bucak olduğunu
ona da göstereceğim, sana da göstereceğim!... Çok insana göstereceğim!... Ama bu
geçilmiyo!... Bunda bir şey var, geçilmiyor!...
İ- Geçemiyeceksin de!... Sen adını söyle bana.
V1- Benim adımı ne yapacaksın?... Adım...
İ- Söyle... Ne olacak!
V1- Bir de "Ne olacak?" diye bana soruyor!... Mâdem bir şey olmıyacak, ne sorarsın?..
İ- Söyle, bakalım. Tanışalım bir.
V1- Yoo!... Ben bununla konuşmak istiyorum. Bu... bu var ya, işte bununla!... Bu da öyle
eşşek kafalı bir hayvan ki, öf anam, öff!... Seninle niye tanışayım be!...
İ- Beğenmedin mi?
V1- Şunu bir elde etsem, neler yapacağım!... Ulan, her yerde, her şeyi seziyor, be!...
Sanki antenler var, be!... Bunu kim korur, bi söylesene sen!... Bunu geçirmeyen birisi
var... Söylesene, nasıl geçeceğiz onu?

Geri Varlığın "Geçirmiyor... Bunu geçirmeyen birisi var" dediği Medyum'un Hâmî Ruhu... Varlık, Medyum'a yapışmış ama tam ele geçirememiş. Hâmî Ruh sanki Medyum'un etrâfına bir zırh örmüş. Varlık geçemiyor ve tabii istediğini yaptıramıyor. İlk istediği de Medyum'u ALLAH'a küfrettirmek!...

İdâreci- Sen adını ver, ondan sonra.
Varlık1- Adımı ne yapacaksın, be!... Kırk tâne adım var... Hangisini söyliyeyim, be!..
İ- Bir tânesini söyle... Fincan'a en çok gelen sen misin?
V1- Yok be anam, yok!... Nerdee?... Fincan'a bulmuş birisini, buna "Yap!" diyor, yapıyor.
"Yapma" diyor, yapmıyor... Ulan, geçen günü buna Fincan'da "geleyim" dedim, vallahi
tanıdı, be!... Ne dedi, biliyor musun?.. "Sen benim konuştuğum Varlık değilsin." ... Bana
ne dedi?... "Karanlık'tasın!" ... "Sana yardım edeyim" diyor... Ulan, yardım edecek ne var,
be!... "Gel, arkadaş olalım." ... "Yok!"... "Gel, berâber gidelim." ... "Yok!"... Ne kazık
kafalı kadın, be bu!...

Geri Varlık, Medyum'a "Gel, arkadaş olalım" diyormuş, Medyum "Yok!" diye reddediyormuş... Geri Varlık "Gel, berâber gidelim" diyormuş, Medyum yine "Yok" cevâbı veriyormuş... Tabii bizim Celseler'den tecrübesi var, ama hassas biri olduğu için ağa yakalanmış bir kere...

İdâreci- Senle dost olursak, ona istediğini yaptırırız.
Varlık1- Ulan, sen kimle dost oldun da, benle olacaksın, be!..
İ- Hadi, çık, bakalım ortaya!
V1- Çıkmam!... Çıkmam!... Çıkmam!... Çıkmam!...
İ- Korkaksın.
V1- Korkak değilim. Bunu elde edeyim, ondan sonra, bak!...
İ- Ettirir miyim zannediyorsun?
V1- Ben bulayım bir boş yerini, bak nasıl yakalıyacağım!...
İ- Bulamadın.
V1- Bulamıyorum, be!... Ulân, gidiyor... bir KUR'AN mıdır, nedir, bir şeyiniz var sizin...
Gidiyor, onu okuyor, okuyor... Ondan sonra yatıyor, uyuyor... Ondan sonra ben
gidemiyorum onun yanına, be!... Buna eşek inâdı vermişler, be!..
İ- Ne istiyorsun?
V1- Hiç bir şey istemiyorum, be!... Bir o elindekileri bıraksa... Bir de şu Fincan'a gelen
midir, nedir... Bilmiyorum ki, kimdir o.... Beni ensemden yakaladığı gibi, haydaa!... Bir
başka yere!... Kıçımıza bir tekme!... Tamam!...
İ- Sen Köprüaltı Sâlih misin yoksa?
V1- Yok, be!... Bana bak!... Bir şey söyliyeyim mi?... Ben bu işi yapacağım!
İ- Yapamazsın!
V1- O Kitap olmazsa, içine bir kapanıyor, sanki bu dünyâda değil, be!... Sonra karşıma
çıkıyor, "Allah'ım!... Allah'ım!" .... Nerden buldunuz bu Kitab'ı, be!...
İ- Sen bunu niye yakalamak istiyorsun?
V1- Ulan, "Hoşumuza gitti" dedik ya, be!... "Kıyak kız" dedik ya, be!...
İ- "Gel" dedim. Gelmezsen, bir daha göremezsin.
V1- Dünyâ'da kız mı kalmadı, be!... Başkasına gideriz... Bak, burada ne kıyak kızlar var...
Vay canına, be!... Vallah burası çok tıkırında bir yer, be!... Ne toplanmışın?... Ne
toplanmışın?... Heyt anam, heyt!... Yakala be hepsini!... Bu eşek kafalıyı bıraksam iyi
olacak, be!... Anlaşıldı...

Eğer Varlığın söylediği doğruys, Varlık bizim 40 yaşlarında olan Neclâ Hanım'a tutulmuş. Ama ağırbaşlı, bekâr bir kadın olan Neclâ Hanım'ı soğuk buluyor ve Toplantı'daki diğer kızlara, kadınlara asılmaya kalkıyor!... Gerçekten böyle Varlıklar var... Medyum Selâhâ gelen Ali de böyleydi. Varlık hanımlara sarkınca İdâreci onun önüne muhafız olarak Avra'dan Fikret Bey'i atıyor. Ama Varlık bunu ters anlıyor. Bu arada, "Cızlamı çekmek" ifâdesi argodur, "kaçmak, savuşup gitmek" demektir. Köprüaltı Sâlih ise, Celseler'e gelen berduş bir Varlık idi... Bu arada belirtelim, Neclâ Hanım Yüksek Matematik okumuş, Banka Müdüresi birisiydi. Asil, ciddi tavırları vardı. Hiç öyle "be"li, "ulan"lı, "heyt anam'lı konuşmaz, "eşek" dahi demezdi.

İdâreci- Bırak, bırak.
Varlık1- Mermerden biçilmiş kalıp, be!... Bana bak, ben sıkıntıya gelemem!... Burada çok
kız var... Bundan cızlamı çek!... Dur, bir gözden geçireyim, kimler var?...
İ- Fikret var...
V1- Ha?... Ulan, senin ahlâkın ne düşük şeysin, be!... Vay canına, be!... Amma yere
gelmişiz, be!... beğen beğen, al!...
Fikret Bey- Elimize düşme!
V1- Ulan, onu ben ne yapayım ki!... Buradakilerin hepsi sapık, be!:.. Bizim zamanımızda
da vardı, ama bu kadar çok değildi, be!... İş yok, anlaşıldı... Çekelim cizlamı....
Fikret Bey- Ben seni tanıyorum.
V1- Zor tanırsın!... Sen kendini tanımıyorsun, be!... Dünyâ'da iki cins vardır... Birincisi
zavallı...Birisi fazla gelmiş, taşmış, "deli" demişler... Hadi, gidiyorum. Böyle saçma yerde
konuşmam ben!...
İ- Gördün ya, burada ekmek yok sana....
(Geri Varlık ayrılır, Medyum kendiliğinden
yükselir veya öyle hisseder )
Varlık2- ....... Merhaba!
İ- Merhaba, dostum... Demin gelen kimdi, efendim?
V2- Efendim, bu Medyumunuz korku içinde... Dünyâ'nın bütün nizâmı da korku esâsı
üzerine kurulur... Ona ilk önce inancı vermeye çalıştık... Fakat bu inançla bizi kabul etti.
Fakat kendisinin bize geleceğini kabul etmedi.... Evvelce biz alıyorduk. Şimdi yolları aşa
aşa geliyor...

Kendini daha önce Şehnaz diye tanıtmış olan bu Varlık, Üstün mü, değil mi, bilmiyoruz... Üstün olmasını dileriz ama, bunun için delil lâzım... Şimdilik sâdece dinliyoruz... Ne yapmış Şehnaz ve belki onunla berâber olanlar?... Varlığın söylediğine göre, Medyum'a inanç vermiş... Acaba daha önce inancı yok muydu?... Bilemeyiz.... Ama KUR'AN okumuş... Daha önce okur muydu, bilmiyoruz, sormadık. O okumasıyla Geri Varlığın kendisine yaklaşmasını önlemiş... İşte biz bunun için "Ruhlar Âlemi ile İrtibat, Din dışında olmaz" diyoruz. Âhıret'ten bahseden başka bir ilim dalı var mı?... Yok... Din, bizi mânevî yönden koruması bakımından da önemli. Hangi din olursa olsun!.. Herkesin dini, kendine uygundur....

Varlık diyor ki, "Önceleri yükselemiyordu, biz gelip kendisini alıyorduk. Şimdi kendi yükselebiliyor. " ... Doğru mu?... Bilinmez... Ama "kendisinin bize geleceğini kabul etmedi" ifâdesi önemli... Neden kabul etmedi acaba?...

Varlık2- Korkmayın öbüründen... O da Aydınlığa kavuşmak isteyen bir Varlık... Bizim
idâremiz altında bunların hepsi... O, sizin yaşadığınız çevreden değildi... Ve ALLAH'ı
tanımakla berâber, sizin yolunuzdan tanımıyordu. Hayâtında bir adam öldürdü ve asıldı.
İstiyerek yapmadı... O, ona verilmiş plânın bir noktasıydı. Fakat sizin "cemlyet" dediğiniz
şeyin kuralları onu mahkûm etti... Ona yardım edin.
İdâreci- Onu tanımamız lâzım.
V2- Kendisini tanıtması bugün için mümkün değil... Çünkü kendisini saklamaya alışmıştı.
İ- Siz veremez misiniz?
V2- Peyderpey o size anlatacak... Hatâsız kimse olmadığını, hatânın Allah'ın emri
olduğunu anlatacaksınız. Eğer üstüne yürürseniz, olmaz... Niçin bu Varlığı buna verdik?..
Bunun vâsıtasıyla Tekâmül edecek...

Tereddütle karşıladığımız iki husus var. Birincisi, "hatânın Allah'ın emri olduğu" ifâdesi... Her şey ALLAH'tan ama, O'nun bu konuda bir emri olduğunu kabul etmeyiz. ALLAH insanın hatâ yapacağını bilir, ama ona "Hatâ yap" diye emretmez. İkincisi, nasıl ALLAH bizim yaptığımız hatâlara karışmıyorsa, Öbür Âlem'de de Yüksek Varlıklar, Geri Varlıklar'ın davranışlarına karışmazlar. Bâzen çok ileri gitmelerini önlerler, mağdurları korurlar ama, hiç bir zaman bir Geri Varlığı getirip birine musallat etmezler. Tekâmül için olsa bile!... Yine de doğrusunu ALLAH bilir.

İdâreci- Ne hakkında konuşmak istersiniz?
Varlık2- Medyumunuz bu gece büyük bir korku içinde uyudu. İsterseniz, KORKU'dan
bahsedelim.

KORKU, Ruh'un ilk teşekkül ânından itibâren vârolan bir histir. Zirâ bu his, fert olarak,
toplum olarak sizi iyiye götürecek gücü veren vâsıtalardan biridir. Şöyle ki; KORKU,
bilgisizlikten doğar. Şu hâlde KORKU'yu yenmek için yapacağınız ilk iş, bilgi edinebilmek
gayretiniz olacak. Şu hâlde KORKU siz bilgiye yöneltecek. KORKU size inanmak gücünü
aşılıyacak. Şöyle ki, bir şahsın içinde... çok eski devirlere dönersek, bir Tabiat hadisesi
karşısındaki korkusundan başlıyalım... meselâ bir yıldırım düşmesini alalım... Bu yıldırımın
karşısından bilgisizdir, güçsüzdür. İlk tepki yıldırıma inanmak, ona bir hürmek duymak
olur. Bu, o Ruh'ta ilk TANRI nüvesini atar ve KORKU''yu dondurmak... Hâdiseyi öğrendiği
an, kutsal his ölür, bilgi başlar. Sonra mükemmelleştikçe, her şeyi der, fakat "yok" der...
Bu KORKU ilk önce bir şeye inanma ihtiyâcını duyurur. Büyük Kudretlerin karşısında
zavallığını hissedip, o kudreti duyuranı arayıp bulamamanın verdiği zavallılık karşısında
o kudreti doğurana güvenmek, inanmak hissini hisseder. Bu KORKU inanmaya gider.

İşte size sıradan bir Tebliğ örneği verdik... Vasat bir Varlık... Tehlikeli değil... Ama Üstün Varlık görünümüne bürünmüş. Muhtemelen aldatma amacıyla değil, kasılma maksadıyla... Vardır ya böyleleri çevremizde... Kendi de bilir söylediklerinin boş olduğunu, fakat kasılmadan, bilgiçlik taslamadan edemez... Ruhlar'ın bir kısmı da öyle... Şehnaz diye görünen Varlık, KORKU üzerine bir şeyler söylemiş... Arada doğru olanlar var... Ama bağlantılar iyi değil. Bizlerin bildiğinden fazla bir şey yok. yeni olan bir tek "KORKU, Ruh'un ilk teşekkül ânından itibâren vârolan bir histir" ifâdesi var, bizce o da ancak "Ruhlar'ın ilk bedenlendikleri andan itibâren" şeklinde doğru... Devam edelim, bakalım, dişe dokunur bir şey var mı?

Varlık2- KORKU'nun üzerine yürüdüğünüz vakit sayısız
kudreti hissedeceksiniz. KORKU'nun üzerine yürüdüğünüz vakit birbirinizi severek
dayanışmayı öğreneceksiniz.
İdâreci- Teşekkür ederiz, Üstâdım.
V2- İsterseniz, Medyumunuz'u da anlatalım... Medyumunuz uyumaktan korkar. Çünkü
uyuduğu vakit hatırlar. Hatırladığı için inanmaz. İnanmadığı için korkar. Çünkü bu bahiste
bilgisizdir... Fakat yavaş yavaş öğrenecek. Her kademede bir şey öğrenecek. Sonunda
korkmadan uyuyacak.
İ- Şükran hanım bir hastanın durumunu soruyor.
V2- .... Kendine güveni az... Mâneviyâtını kuvvetlendirdiğiniz nisbette iyilik sür'atlenir.
İ- "Arkamda bir sancı var" diyor.
V2- Vakitli vakitsiz yemesinler.... Gaz yapıyor... Barsaklarınızı muntazam çalıştırınız.
İ- Şükran Hanım karaciğerinden rahatsız.
V2- ... Kendisinin safrakesesi yok denecek kadar ufak.
İ- Yokmuş zâten.
V2- Az ve sık yesin... İç dünyânı da tanzim et!
İ- Dilek Hanım da, "Midemde sancı var. kanserden korkuyorum" diyor.
V2- .... Rûhen istikrarsız durumdasınız. Sinir sisteminiz normal değil... Mideniz en zayıf
noktanız. Bundan dolayı kasılmalar oluyor.
Dilek Hanım- Nasıl düzeltebilirim?
V2- Net düşünmek... Her şeyi kendinize açık söylemeyi öğrenin. Herkesin hayâtında çok
hâdiseler vardır ve bu hâdiseler bilhassa verilir. Dünyâ'ya gelişinizin sebebi de budur.
Ama hâdiseleri düşünmeyi bilmezseniz, rahatsızlığınız geçmez.
İ- Perihan Hanım da rahatsızmış.
V2- .... Sizin de mideniz hasta... sizinki de asabî...
Medyum- Sıkılıyorum!...
İdâreci- Temâsı kesin. Derhal inin.

Varlık şahsî sorulara daha iyi cevaplar verdi. Seviyesi o.... Tebliğ verecek durumda değil. Ama Medyum aracılığıyla kişilerin sıkıntılarını sezip doğru, veya doğruya yakın teşhsler koydu. Ne var ki, bir süre sonra Medyum sıkıldı. Acaba Celse'nin gidişâtından mı, yoksa Varlığın etkisinden mi sıkıldı, bilemedik. İnerken ilk Varlık'la karşılaştı.

Varlık1- ...... Ulan, dön dolaş., yine gel buraya....
İdâreci- Hadi hayâtını anlat.
V1- Ulan, roman mı yazıyorsun?
İ- Ben söyliyeyim mi?
V1- Müneccimbaşı mısın?
İ- Saklanıyorsun.
V1- Niye saklanayım?
İ- Nerede yaşadın?... Niye öldürdün?
V1- .......
İ- Bunları anlat.
V1- Allah'ım!... Bu karı da öyle diyor işte... Allah'ım!... Ne elde ettik?.. Kucak dolusu
ızdırap... Başka ne elde ettik?... söyle!...
İ- Kötülük etmekten ne elde edeceksin?.. Sana yardım etmek istiyoruz.
V1- Sevmedim burayı!.... Ne adamlar, be!...
İ- Hadi, söyle... yoksa ben alırım.
V1- Nereden alırsın, be!.. Bizim için târih mi yazıldı, be!... Ulan, okuduk, okuduk... Ama
bizim gibilere rastlamadık.
İ- İşlediğin suç ta senin alınyazın...
V1- Hatırlatmasan olmaz mı?
İ- Zararı yok. Suç senin değildi.
V1- Niye öldürdüler öyleyse?... Üff be, üff!... Sus!...
İ- Söyle, lûtfen.
V1- ......
(ağlamaya başlar) .....
İ- Huzûra kavuşacaksın.
V1- Hayır!... Hayır!... Çok geç!...
İ- Hadi, dostum.
V1- Dost musun?... Bana "dost" dedi.... Suçum yok... Suçlu değilim...
İ- Olabilir. Anlatırsan, huzûra kavuşacaksın.
V1- Onun için geldim buraya... Dost... dost... ne dost!...
İ- Hadi!
V1- Hayır, asla!... bir kere söyledim... Yalnızdım, ızdırap çekiyordum... Öldürmek
istemedim... Ona baktım... Ölmüş!... Kaçtım... Izdırâbım içimde büyüdü, büyüdü,
büyüdü... ve ben yalnız bir ızdırap ... yalnız o ölü ile kaldım.... Taşıyordum... kıvranıyordum...
Öldürmek için vurmadım... Ama geldi, "Dostunum" dedi. "Anlat" dedi, anlattım... Sonra
dostluğumun mükâfatını gördüm... Izdırâbıma ikinci ızdırâbı da eklediler... Sen de mi
böyle dostsun?
İ- İkinizin dünyâları ayrı.
V1- Ben nerdeyim, biliyor musun?... Bâzen o ölünün başındayım, bâzen ilmik boynumda,
sallanıyorum. Bâzen Kapkaranlık bir kuyudayım... Dolanıyorum, dolanıyorum... Yok,
inanmam dostluğa!...
İ- Nasıl olsa Karanlık'tasın.
V1- Öldüğüm vakit te ızdıraptaydım. Ama bir dost arıyordum... Bir şey yok!... Yalnız
Karanlık!... O tutturmuş eşek mi, Tanrı mıdır, ne meret şeyse... "Bu Karanlık'ta o yanımda
olsun" demiştim. Yıllarca dolandım peşinde... Herkese dost, niçin bana "Hayır"?... Niçin?
İ- Şimdi bir dua edelim, efendim.
V"- .... Bana ne yaptınız?.. Bir pırıl pırıl nokta var... Nedir o?... dönüyor, dönüyor...
Nedir bu?
İ- Dost olduğumuzu gösterdik. Kurtulacaksın bu Karanlık'tan... ALLAH ışığını bol etsin!
Medyum- ..... Dua istiyor....
İ- Bir daha edelim.
V2- .... Rahatladım...
İ- Tabii... Sana dostluk edeceğiz.
V2- Buna inanmak isterim. Izdırâbımı paylaşmak isterim....
(tekrar ağlamaya
başlar) ......... Ben ne oldum?
İ- Yok bir şey....
(Medyum'a) Sür'atle in Aşağı'ya.

İdâreci diğer Varlık'tan aldığı bilgiyle Geri Varlığı etkiledi. Sonunda açılmasını sağladı. Ancak ne olduysa, Celse sonuna doğru tutarsız konuşmaya başladı. Meselâ Varlık "Sen de mi dostsun?" diye soruyor, İdâreci " İkirinizin dünyâları ayrı" diyor. Ne alâka?... Halbuki, Varlığın "dost" kelimesine kazık yemesinden dolayı duyduğu tepkiyi dikkate alıp, " Ben öyle dost değilim, sana yardımcıyım, arkadaşınım" demesi gerekirdi... Varlık "Yok, inanmam dostluğa" diyor, İdâreci, "Nasıl olsa Karanlık'tasın" diye karşılık veriyor. Dam başında saksağan... Halbuki, "Öyle dostluğa tabii inanılmaz. Ama biz sana dost değil, yardımcıyız" falan demek gerekirdi.... Varlık, Medyum için "Herkese dost, bana niçin 'Hayır!!'?" diye soruyor. Cevap olarak "Çünkü sen onu rahatsız edecek şekilde yaklaşıyorsun. Hadi, bir dua edelim de rahatla" demesi gerekirdi... "Dua edelim" demiş ve dua hemen etkisini göstermiş, Varlığın Karanlık dünyâsında pırıl pırıl bir ışık nokta hâlinde belirmiş. İikinci dua ile de Varlık iyice rahatladı.... Son olarak "Ben ne oldum?" sorusuna, "İyi oldun. Bak, rahatladın. Dediğimi yap, daha da rahatlıyacaksın. Şimdi müsaadenle ayrılalım" diyerek ayrılması gerekirdi. "Yok bir şey" deyip uzaklaşmış... Herhalde o da uzun süren Celse'den sıkılmıştı... Ama sabır gerek Spiritualist'e....

****


Şimdi bir Şifa Celsesi vermek istiyoruz.... Medyum Ayşe 18 yaşında bir öğrenci... Kendisi yurtta Fincan Celsesi yapınca, bir Varlığın etkisinde kalmış, bize gelmiş, bir yandan Obsesyon Tedâvisi sürerken, bir yandan da Medyumluk çalışmaları yapılmış, bir Muhterem Varlığın yardımıyla şifâcı bir yönü olduğu farkedilmişti.

Varlık : Daha ismini vermedi.
Medyum: Ayşe
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : Aralık 1972
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özelliği Şifâ Çalışması

İdâreci- Yavaş yavaş yükselin... Bu yükselme ânında gördüklerini ve hissettiklerini anlatın.
Medyum- ..... Evet.... Oraya geldim... Beni karşıladılar.
İ- Nasıl yükseldiniz bu sefer?
M- ... Bilmiyorum... Gâyet hızlı bir şekilde yükseldim... Çok hafif bir eğimle...
10 derece filân... ve tekrar dönmeme lûzum kalmadan direkt olarak oraya gittim.
İ- Dostlarımızı gördünüz mü?
M- Evet.
İ- Kendilerine selâm ve hürmetlerimizi iletiniz.
M- ....... "Hoş geldiniz" diyorlar.
İ- Emir ve arzuları varsa, onları dinliyoruz.
M- .... "Sormak istediğiniz bir şeyler var mı?" diyorlar.
İ- Var, efendim. Bu arada geçen sefer vaad etmiş olduğunuz tedâvi de...
Varlık- Biliyorum...
M- Ona hazır olduklarını söylüyorlar.
İ- Acaba onunla mı başlıyalım?
V- Evet.. Eğer isterseniz, onunla başlıyalım.
İ- Ne şekilde tensip buyurursunuz?
M- .... Ben elimi koyarak yapacağım.
İ- Peki.
(Devamlı baş ağrısı çeken, bir arkadaşımızın babası Mehmet Bey'e
hitâben) Şu anda baş ağrınız var mı?
Mehmet Bey- Var.
İ- Şöyle oturun.... Eğilin...
M- Eğilmeye pek gerek yok.
( Medyum öne eğilir, elini kaldırıp Mehmet
Bey'in başına koyar ve pas vermeye başlar) ........ Biraz daha rahat otursanız...
Hiç rahat değilsiniz.
İ- Rahat oturun.... Siz de elinizi rahat bir şekilde tutun.
M- Ben rahat tutuyorum da... Yalnız ben şey.... Boyun kısımlarını falan tutmam
gerecek onun.
İ- Onun için ayarlıyalım, efendim.... Şöyle yan oturun.
M- ........ Fazla ağrı var.
M.B.- Evet.
M- .......
(bir müddet sonra) Bir azalma hissediyor musunuz?
M.B.- Hayır.
M- ..........
(yine bir meddet sonra) Şu anda bir azalma olmuş olması gerekir.
M.B.- .......
M- .......
(tekrar bir müddet sonra) .... Nasıl başınız?
M.B.- İyi... İyi...
M- Herhangi bir şey hissediyor musunuz?
MB- Sol tarafta....
M- Var mı yâni?
M.B.- Farketti... İyi...
M- Daha biraz şey yapacağım da...
İ- Yoruldunuz.
M- Yok, hayır. Yorgun değilim... Biraz acı... Nerede acaba?....

Celse'nin bundan sonrası kaydedilmemiş. Ancak ne olduğunu hatırlıyorum. Mehmet Bey hiç tahmin etmediği hâlde, baştan oğluna hiç inanmadığı hâlde aramızdan rahatlamış olarak ayrıldı. Ağrısı sonra nüksetmiş olabilir. Ama o gün geçmişti... Bu tarz çalışmayı daha sonra başkaları üzerinde tekrarladık. çoğu başarılı oldu.

****


Şiimdi Medyum Yalçın'dan bir Geçmiş Hayat Ekminezisi nakledeceğim... Medyum Yalçın Bey, 35-40 yaşlarında iflâs etmiş bir tüccardı. Hem bu yüzden hem de daha önce naklettiğimiz Obsesyon durumundan dolayı bize gelmişti. Kendisi ile 1968-1971 yılları arasında 13 çalışma yaşmaştık. Maddî vaziyetine elbette bir katkımız olmadı ama, rûhen epey rahatlamıştı.

Medyum: Yalçın Bey
Celse İdârecisi: Ruhi selman
Tarih : 12 mart 1968
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hususiyeti: Özel Celse
Konu : Geçmiş Hayat

İdâreci- Sene 1933...(doğumundan önce) 11 Temmuz... Sabah saat 10:00...
Nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?
Medyum- .... Hepsi aynı şey... Taşınmak... O anda ben bir tek olarak taşınmıyorum ki...
Başka başka, benden evvel doğanlar da taşınıyor...
İ- Nerdesiniz?
M- Teşekkül etmiş hiç bir şeyim yok...
İ- Nerede bulunuyorsunuz?
M- Öyle dolaşıp duruyorum hep...
İ- Peki, ne zaman girdiniz bu varlığa?
(yâni şimdiki bedenine)
M- ...Varlığa bir kuvvet girdirmiş... Bilmiyorum.
İ- Sene 1933... 10 Temmuz... Sabah saat 9:00... Nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?
M- .... Pembe... Taşınıyorum... Bir yere girmiş değilim...
İ- Nerede taşınıyorsunuz? Bedende mi?
M- ... Bedende taşınıyorum... bedendeyim.
İ- Ne zamandan beri?
M- .... Bir daha sorun bana...
İ- Sene 1933... 10 Temmuz... Sabah saat 9:00...
M- ... Bir yerde teşekkül hâlindeyim... Dönüyorum...
İ- Nerede dönüyorsunuz?
M- Bir yerde... dönüyorum...
İ- Yâni bedendesiniz?
M- Bedendeyim.
İ- Halbuki size daha önce 12 Temmuz'u sorduğum zaman "çekildiğiniz"i söylemiştiniz.
Bağdaştıramadım.
M....
(sıkıntılı bir hâle girer) Konuşmıyacağım!..
İ- Biraz dinlenin... Sükûnetle... Peki, sene 1925... 8 Haziran... Saat 10:00...
Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ....
( derin derin solumaktadır) Konuşmıyacağım!
İ- Peki, dinlenin.... Dinlenin... Nerdesiniz?
M- Hiç bir yerde değilim...
İ- Nerdesiniz, peki?
M- ... Boşlukta uçuyorum...
İ- Nerede uçuyorsunuz?
M- İzahı güç bir âlem... Yapamam izâhını... Rengârenk yerlerde dolaşıyoruz...
Rengârenk... Uçuşuyoruz...
Peki... Sene 1900.... 5 Haziran... saat 16:00... Nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?
M- .... Uçuyorum ben... Yokum Dünyâ'da!... Uçuşuyorum...
İ- Sene 1876...
M- Aaa!...
İ- ... 10 Mayıs... Sabah saat 10:00... nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Ben bir sanatkârım... Ben o zaman....

Burada duralım ve kısa bir açıklama yapalım iki husus üzerine... İlki Medyum Âhıret Hayâtı hakkında bilgi vermek istemedi. Neden acaba? ... Öğrenemedik... İkincisi Medyum geçmişi aynen yaşamıyor, hatırlıyor. Yâni şimdiki şuuru uyanık... "o zaman" diyor. "Ben bu bedendeyim ama o zamânı hatırlıyorum" demek istiyor.

İdâreci- Adınız ne?
M- ..... ABDÜLGANİ...
İ- Abdülgani?
M- Abdülgani... Ben o zaman yaşlıyım...
İ- Kaç yaşındasınız?
M- 60 yaşlarında varım belki... Yaşlıyım... Saraylara iş yapıyorum... Oymacılık... Oyma
işleri yapıyorum... İğde ağaçlarından sedef işlemeler yapıyorum...
İ- Evli misiniz?
M- ... Evliymişim ben... Karım o zaman 30 sene önce ölmüş... Yalnız kızım var... kızım...
İ- Peki... Sene 1850... 8 Nisan... sabah saat 11:00 ... Nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz?
M- ... Çalışıyorum hep... O zaman biraz daha genç... Çalışıyorum...
İ- Sene 1840... 15 Ağustos ... Saat 14:00...
M- ... O zaman da saraylara iş yapıyorum... Oyma işleri yapıyorum... Zenaatle iştigâl
ediyorum.
İ- Sene 1800...
M- .... Yokum Dünyâ'da o zaman...
İ- Ne yapıyorsunuz?
M- ... O zaman uçuşuyoruz...
İ- Peki... Sene 1750... 10 Eylül... sabah saat 10:00... Nerdesiniz, ne yapıyorsunuz?
M- ... Yokum, hiç!... Yok!... renk âlemindeyim ben renklerle kucak kucağa uçuşuyoruz...
İ- Sene 1700... 8 Ağustos... Sabah saat 10:00... Nerdesiniz?
M- ... Yokum....
İ- Sene 1650.... 3 Mart...
M- .... Yokum...
İ- Sene 1600... 2 Mart... Saat 11:00... Nerdesiniz?
M- .... Hep uçuşmaktayım... yokum yok...
İ- Sene 1550... 6 Ekim... Saat 9:00.... Nerdesiniz?
M- ... Yokum...
İ- Sene 1500... 10 Kasım...
M- ... Yokum... yokum...
Peki. Geri dönüyoruz...

İdâreci bundan târihleri tekrarlayarak Medyum'u bu hayâtına getirir. Geçmişle ilgili bir tek hayat tesbit edebilmiştir. O da Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid devirlerine denk gelmiştir. Acaba Saray kayıtlarında böyle bir oymacı, sedefçi tesbit edilebilir mi?..

Sene 1933 ... 2 Mart... saat 11:00 Nerdesiniz?
Medyum- ... Bir mâyi hâlinde bir yerdeyim... Dönüyorum... Dönüyorum...
İ- Sene 1934... 19 Nisan... Saat 6:30... Nerdesiniz?
M- ... Dünyâ'ya geliyorum...

Enteresan değil mi?... Acaba Medyum hakikaten 1500 ile 1800 arasında hiç Dünyâ'ya gelmedi mi?.. Geldi de, küçük yaşta öldü mü?.. Öğrenemedik. Tedâvisiyle meşgûl olduğumuz için ABDÜLGANİ hayâtı üzerinde de başka bir araştırma yapamadık.

****


Bu Celse gene Medyum Şükran Hanım 'dan.... Kendisine bir Geri Varlık Obsedör olarak, bir de kendini Kösem Sultan diye tanıtan bir Varlık geliyordu. Ayrıca son derece etkileyici bir Ekminezi çalışması vardır.... Kendisi ile 1965-1967 târihleri arasında 29 Celse yapılmıştır. .

Medyum uyutulur ve yükseltilir.... Gördüklerini anlatmaya başlar... Tabii bunlar bir İmaj'dır.

Varlık1 : Mezarlıktaki Varlık
Varlık2: Kösem Sultan
Medyum: Şükran Hanım
Celse İdârecisi: Ferhan Erkey
Tarih : 7 Temmuz 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Medyum- ........ Mezarlığa gidiyorum... Çökmüş bir mezar.... "Yeter buradaki çektiklerim"
diyor.... "Bir de Dünyâ'nızdaki taşı üstümde durdurtmayın!" ....
İdâreci- Yâni ismi yazılı taşı mı kaldırtmak istiyor?
M- .... Taşı çökmüş.
İ- Kimmiş bu?
M- Ne bileyim?... Burada bir yakını varmış.
İ- Kimmiş bu?
M- Ama bu mezar bu şehirde değilmiş... Eskişehir'de imiş.
İ- .... Güzizar Hanım'ın kardeşi varmış.
M- .... Evetmiş...

Şimdi biz hep dedik ki, "mezarda kemiklerdin başka bir şey yok. Aradığınız kişi, Ruh olarak başka yerde." .... Ama şimdi birisi çıktı, mezarıyla ilgili, "Yeter buradaki çektiklerim" diyor ... Nasıl oluyor?...

Bâzı Varlıklar, Dünya hayâtından, kendi bedenlerinden kopamazlar. Yâni koparlar da, yakınından ayrılamazlar. Bu Varlık ta öyle... Kendini hâlâ mezarda zannediyor ve mezar taşı kemiklerinin üstüne devrilmiş, bundan rahatsız olmuş... Peki, bu Varlık, gerçekten Gülizar Hanım'ın kardeşi mi?... Bilemeyiz. Tâkip etmek gerekirdi. Gülizar Hanım Eskişehir'e gidecek, kardeşinin mezarını ziyâret edecek, mezar taşı devrilmiş mi, devrilmemiş mi, ona bakacak. devrilmişse kaldırıp yeniden diktirecek ki, kardeşinin Ruhu rahat etsin.

Varlık şiir okuyarak devam etmiş:

Varlık1-

Geçersen bir gün mezarımdan,
Bakarsın, sararmış bir yaprak
Bak o yaprağa!...
Belki de görürsün kendini.
Unutuldum, anmıyor artık beni
Anmasın!
Yeter ki, o Dünyâ'dan yok olsun!

Son kısım kendisini anmayanlara beddua.... Ama "mezarlıkta, bir mezara düşmüş sarı bir yaprakta kendini gör, sana istikbâlini, ölümü hatırlatsın" kısmı güzel!.. Bilmem, siz ne dersiniz? Devam ediyor, daha var:

Varlık1-

Oldu bir oğlu,
Unuttu artık Dünyâ'yı!
Allah verir,
Almasını da bilir

Baktıkça yüzüne
Gülüyor gözleri
"Ben yaptım" diyor,
Allah'a isyan ediyor
O yarattı, verdi
Almasını bildi.

Mezar bu,
Bakıpta geçme!
Kaldır elini Allah'a,
Oku bana Fâtiha!

"Oğlu oldu" dediğine göre, bu mezarda yatan bir erkek. Geride bıraktığı karısından şikâyet ediyor. Herhalde tekrar evlenmiş, bir oğlu olmuş, çok sevinmiş. Amla Varlığın iddiasına göre çocuk ölmüş... Bu açıklama Gülizar Hanım'ın kardeşine uyuyor mu, bilemem. Araştırmadık.

Sonra bir Varlık daha gelir. O da şiir okumaya başlar. Biraz uyduruk şiirler...Ne yapalım, dinledik... Kösem Sultan diye görünen Varlık olabilir mi acaba?

Varlık2- Merhaba dostlar!
İdâreci- Merhaba, dostum. Bir arzunuz varsa bildirin lûtfen.
V2-

Arzu yine gönül
Olsun ki gönül
Gönlün dolsun ki gönül

Allan'a gönlünle gel,
Allah versin ki gönül

Ey kulum, geldinse Dünyâ'ya,
Gönlünü ver ki,
Ben de vereyim sana.
Kul isen kulluğunu bil,
Dalma derin sevdâya!

Tabii bunları Ferhan Bey de yutmadı, bizde yutmadık...


Dam başında saksağan
Vur beline kazmayı!

türünde mısralar... İçinde "gönül" geçiyor diye herkes mest olacak değil ya, Avra'dakilerden gülenler bile olmuş. Varlık da kızmış, azarlamış.

Varlık2- "Sevda" dedimse eğer, âşığından bahsetmedim, gülme!... Çok mu tuhafına gitti?...
Bir dost, "sevda" kelimesini anlamıyacak kadar mı gönlün yok?... Senin bildiğin gibi
âşıkdaşlık değil bu...

Olabilseydin sevdâlı,
Açardın gönül kapını.
Boşuna gezmişsin
o Dünyâ'yı!...

Evet, dostum... Boşuna gezen gönül dostlarınla konuşalım... Açsınlar bakalım, ne
verecekler?
İdâreci- Müsaade ederseniz, Osman Bey'in bir ricâsı vardı: "Acaba Üstat bize şeklin
târifini yapabilirler mi?" diyor.
V2- Şekli çok verdiler ama, başkabaşka... Belki de...
Osman Bey- Bu ŞEKİL meselesi arkadaşlara arasında münazara mevzuu olmakta...
Kat'i bir neticeye varamamış bulunmaktalar. Hazret-i İshak neticesi hakkında bilgi
lûtfettiler. Derler ki, "ŞEKİL, nefsin tuzağıdır. Bundan kurtulmaş için İç Varlığın tortusuz
bir hâle gelmesi lâzım" derler. evet, böyle ama, ŞEKİL....
V2- ŞEKİL deyince ibâdetteki şekli mi alırsınız?
OB- Ben de onu söylüyordum. Namazın erkânına riâyet şekil midir?
V2- O da şekil ama,
(kasıt) o değil. Bana sual soracak, öyle soracaktı.
OB- Bir misâl olarak.
V2- Ben bunu size vermiştim... Ama geçen Celsemiz'de bir başka Üstâdımız "Bâzen
o makinenize değil de, gönlünüze yazın" demişti. Yazmamışsınız.
İ- Makine de yazmadı zâten.
V2- Şimdi ŞEKİL sizin dilinizde âdeta... Artık her şeyi şekle sokmaya kalktınız. Aslında,
"MÂNÂ'da ŞEKİL yok, ŞEKİL'de MÂNÂ'yı bul" diyoruz... Bunun için ŞEKL'i VÂSITA yapmak
lâzım... Eğer bir ŞEKL'e başladığınız zaman, MÂNÂ'sına inebiliyorsanız, zâten sizin
bildiğiniz ŞEKİL, ŞEKİL değildir ki!...

Vallahi, hiç beklemiyordum, güzel bir açıklama!... Dünya hayâtında etrâfımızdaki her şey ŞEKİL... sevgi bile ŞEKİL... Varlık diyor ki, "o ŞEKİL'deki MÂNÂ'yı bul!" ... ŞEKİL sâdece MÂNÂ'la ulaşmak için bir VÂSITA.... Ulaşamazsanız, elinizde oyuncak gibi bir ŞEKİL kalır, o kadar...

Varlık2- Farzedelim... Yine sizin ibâdetinize gelelim...
Şu namaz... Bunu size kaç defa verdim, Üstat... Namaza durduğunuz zaman, kendini
unutabiliyor musun?... ŞEKİL'desin ama, MÂNÂ'yı buldun!... Ama "Ocakta tencerem
yanıyor" dediğin an,
(tümden) ŞEKİL'desin!...
Dünyâ'yla, ALLAH'ın huzûruna çıktığın an, irtibâtını kesebiliyor musun?

Bunu herkes biliyor ama, tekrardan zarar gelmez. Namazda GÖRDÜĞÜMÜZ HER ŞEY ŞEKİL'dir... Kıyam, yâni ayakta durma, rükû, yâni bel büküp eğilme, secde, el bağlama, selâm verme hepsi ŞEKİL.... Rahmetli Münir Derman bir kitabında namazdaki hareketlerin mânasını anlatmıştı. Meselâ namaza başlarken elleri kaldırıp kulağa götürmek, "her türlü dünyevî gaileyi arkama atıyorum" demektir ve "ALLAHU EKBER" diyerek sâdece O'na yönelinir. Belde sağ eli sol elin üzerine bağlamak, "nefsimi kontrol altına aldım" demektir. Namazı bitirirken sağa sola selâm vermek, "Şimdi Dünyâya dönüyorum, görüp görmediğim bütün Varlıklar'ı, çevremdekileri selâmlıyarak yeniden aralarına katılıyorum" demektir. Bunları bilmezseniz, o yaptığınız hareketler sâdece ŞEKİL'de kalır. Namazda kıyam (eilif), rükû (dal), secde (mim) ile ÂDEM kelimesini yazarsınız. Yâni namazın amacı, İNSAN olmaktır, her bakımdan KÂMİL İNSAN olmaktır. Bunları bilmeden namaz kılarsanız, o, kendinizi verdiğiniz nisbette NAMAZ olur. kendinizi veremezseniz, yatıp-kalkma jimnastiği olur. aldanırsınız.

Varlık2- ŞEKİL'siz MÂNÂ olmaz... Her şeyde ŞEKİL var... Aslında "RUH" diyorsunuz.
Ruh sizin ŞEKL'inizin içinde değil mi?... Kalıbınız bir ŞEKİL değil mi? İçinizdeki o MÂNÂ'ya
inerek ALLAH'a gitmek istemiyor musunuz?... ALLAH yaratırken bile ŞEKİL olarak
yaratmış... Aslında ŞEKİL, Tekâmülünüzün ilk basamağıdır.

İlk cümle iddialı... ŞEKİL'siz MÂNÂ olur mu, olmaz mı, bilemeyiz... Evet, KUR'AN anlatımına göre ALLAH bizi önce ŞEKİL olarak yarattı, sonra ona RUH üfledi ki, o MÂNÂ'dır... Tabii ŞEKL'e göre... İnsan olarak Tekâmül'ün ilk basamağı o ŞEKİL kabul edilebilir... Varlık "RUH içinizde" demiş ama bu anlatım için ... RUH bizim içimizde mi, yoksa bilgisayar uzmanı gibi dışardan mı idâre ediyor, bilinmez. Söylendiğine göre, içimizdeki Perisperi... RUH, onun vâsıtasıyla organlarımızı, hücrelerimizi idâre ediyor... Kendisi nerde, bilinmez.

Bundan sonra Varlık ŞEKİL üzerinde biraz daha konuştu. O kısmı vermiyoruz akıl karıştırmasın diye.... Çünkü doğruların arasında yanlışlar da var. Sonra Varlık şöyle bir iddiada bulundu.

Vaarlık2- "Bu Medyum'un iyi olduğunu hissettiğim bir gün, sizi başka bir dünyâya götüreceğim"
demiştim... Bunu ister miydiniz?
İdâreci- Lûtfedersiniz, Medyum'un sıhhati iyiyse.
V2- Bizim Âlemimiz'e göre çok iyi... Doktor varsa, Sizin Âleminiz'e göre muayene etsin.
Çok normal... Derinleştirin... Aynı zamanda Medyum'a dikkat edebilecek misin?
İ- ALLAH'ın izniyle...

Burada İdâreci Medyum'u muayene etmeliydi. Kendisi doktor sayılır. Ayrıca Toplantı'da mutlaka doktor olanlar vardı.... Sonra Varlığın "Aynı zamanda Medyum'a dikkat edebilecek misin?" demesi de ne oluyor?.. yâni "götüreceğim" dediği yerde demekki bir tehlike var... Bu iki husus başta şüphe uyandırıyor.... Devam edelim, bakalım ne çıkacak?

Varlık2- Zorluk çektiği an, dinlendireceğiz. Bir hayli
yorulabilir... Şimdi iyice derinleştir ve dikkat et...
(Medyum derinleşince)
Sizin Dünyânız'la hiç bir irtibâtı yok artık... Çok derinde...
Medyum- ........ Ohh!... Üff!....
(çok sıkıntılı) .... Üşüyorum!.... (kötü emâre)
İdâreci- Şimdi geçecek.
M- .... Çok soğuk burası!... Çok soğuk!.... Rüzgâr, fırtına var!.... Off!.... Yaprak gibi
savruluyorum.... Off!.... Geçemem buradan!.... Nasıl geçerim?..
İ- Rahat olarak!...
M- ......
(derin nefesler) Ohh!... Ohh!...
İ- Sürkûnetle!
M- ......
(sâkinleşir).......... (sonra birden) Yanıyorum!... (gene sıkıntılı) ...... Geçemem!...
İ- Geçeceksin!
M- ..... Yanıyorum!.... Su!... Su!.... Yanıyorum!.....
İ- Kolonya getirin!

Bu safhada İdâreci gözünü dört, kulaklarını sekiz açmak durumundadır. Medyum önce üşüyor, Karanlık Tabaka belirtisidir... Sonra yanıyor, o da hayra alâmet değil... Bunlar hep etkili İmajlar... Hepsinin şöyle veya böyle bir mânâsı var... Ama İdâreci az daha sabredip, düzelme olmazsa müdâhale etmeyi düşünmüş... Nitekim az sonra:

Medyum- .... Ooo!.... Çok güzel bir yerdeyim ben!... Ooo!... Aaa!... Ne tuhaf!... Ayy!....
Buz!.... Aaa!... Ne kadar tuhaf bir yer!... Nasıl, biliyor musun?... Aaa!... Hiç görmedim
böyle yer!... Olur mu?... Her taraf su.... Ama suların içinde ağaç var... Aaaa!... Su değil...
Bakınca aşağı, görüyorum... Su zannettim, değil... Basıyorum,... Aşağıyı da görüyorum.
Bu ne?... Toprak değil... Çok tuhaf!...

(Çok korkmuş olarak) Bir adam geliyor!... Ben korkuyorum..... Aaa!...
İ- Korkma!
M- Adam da değil... Ne biçim şey o?.... Yılan mı, ne?... Ayy!... Sürünüyor yerde...
İ- Korkma! Bir şey yapmıyacak!
M- ..... Ayy!.... Çok fenâ!.... "Hoş geldiniz, Başka Dünyâ'nın adamı" diyor!...
İ- Hangi dünyâya âitmiş?... Sor.
M- Ne bileyim?.... Öff!.... Off!... Tuhaf bir şey bunlar!... Kabuklu, kabuklu.... Bu kadarcık
elleri var... Yüzü de var... Tuhaf bir yüzü var... Ayy!... Bir tek gözü var, böyle.. Ortada...
Burnu da yok... Bir de ağzı var... Gelme!... Hayır, gelme!...
İ- Korkma!... Sor bakalım, neresiymiş?
M- .....
(gene sıkıntılı) ... Yıldız diye görünürmüş burası...
İ- Bizim dünyânın verdiği isim ne?
M- .......
(hâlâ sıkıntılı)... . "Gel, bizim aramıza" diyor, "Sen burada kal. Seveceksin burayı" diyor...
İ- Neresi orası?
M- .... Ama Bizim Dünyâmız aşağıda... Ben görüyorum...
İ- Güneş manzumesi içinde mi?
M- ... Burada Güneş yok ki!... Hani, nerede Güneş?... Yok ki!...
İ- Karanlık mı?
M- Değil... Ama Güneş yok ki... Bir şey yapmıyacağına söz ver, öyle gel yanıma...
Korkuyorum ben senden... Seni de mi Allah yarattı?.. Sen insan mısın, hayvan mısın?
İnsan mısın?... Bizim dünyamız'da sana "insan" demezler... Yaa!... Yâni ben şimdi
hayvan mıyım?... Ben senin gibi böyle yerde mi yürüyorum?... İnsan dediğin iki ayağının
üstünde yürür.

Peki, sen nasıl iş görüyorsun?... O mu senin ellerin?... (güler) İnsanın elinde on tâne
parmak olur mu?... Yaklaşıp durma, be!... Sürme!... Pis!... Nereye götüreceksin beni?...
Ne yiyorsun sen?... Beni yeme... Öyle şey.... Pişmemiş o, be!... Lâstik gibi miyim?...
Sen de kabuk gibisin... Bizim eşeklerin derisi öyle sert olur...

Hiii!... Ay, bir sürü geliyorlar!... Ben ne yaparım?... (bayağı korkar) ...
İ- Korkma!
M- Bir sürü!.... bir sürü!.... Sardılar etrâfımı!... Bilmiyorum nereden geldiğimi... Dünyâ'dan
geldim.... Dünya burası mı?...
İ- Bize göre oranın adı nedir?
M- .... Bir yere götürüyorlar beni... Nasıl, biliyor musun?... Böyle fırın gibi... sürünüp
sürünüp içine giriyorlar... Hiç sevmedim burayı!... Ay, bu deniz mi?... Aaa!... Ayol,
toprak!... Kırmızı!... "Oturalım" diyor biri... Bunların suları kırmızı... "Ağaç" dediğim şey
ağaç değil...

Siz daha fazla sıkmadan bir açıklama yapalım... Varlık2, "Medyum'u bir başka dünyâya götürdü" İmajı veriyor... Maksadı bize Başka Dünyalar'da hayat olabileceği, oradaki Varlıkların bizim gibi olmayabileceği, hayat şartlarının bambaşka olabileceği hususunu anlatmak.... Şimdi diyeceksiniz ki, "Biz bunu zâten biliyoruz." ... Biliyoruz, bu konuda pek çok filim yapıldı, yapılıyor. Ama târih 50 yıl öncesi... Öyle fazla da uzay filmi seyretmemiştik o zamanlar. Sonra unutmıyalım, Varlık, Geri değilse bile Vasat-Altı veya en fazla Vasat bir Varlık... Fazla bir şey beklemiyoruz. Burada önemli olan, onun başka bir gezegene veya yıldıza gittiğini ve gerçekten öyle varlıklar gördüğü düşüncesine kapılmamak. Yâni, her söyleneni doğru saymamak... Medyum'un, İdâreci'nin sorularına cevap vermediğine, hattâ duymamış gibi davrandığına dikkatinizi çekerim.

İsterseniz "Yeter" deyip, bundan sonrasını okuyamayın... "Daha başka neler diyecek?" diye merak edenler için yazıyorum... Bu arada belirtelim, eğer bir Medyum gerçekten bir başka gezegene gider de, orada yaşayanlarla irtibata geçerse, kelimeler farklı olsa da konuşma bu minval üzere cereyan edecektir.

İdâreci- Bunlar ne kadar yaşarlarmış?
Medyum- Bu böyleyken böyle olunca, Allah'a gidilirmiş.
İ- Ne kadar yaşıyorlarmış?
M-... Bunlar şimdi beni yeni doğan bir çocuğa götüreceklermiş... Aaa!... Bu mu?...
Kocaman adam bu!... Bu bir yaşında?... Beş yaşında... Bizde o elli yaşında, be...
Yâni, siz 500 sene yaşıyorsunuz...
İ- Bize göre oranın ismi nedir?
M- ... "Yıldız" diyormuşuz... "Onu buraya gönderen söylesin" diyor...
İ- Oraya Bizim Dünyâmız'dan mı gidiyorlar, yoksa Oradan Bizim Dünyâmız'a mı geliş
oluyorr?
M- .... Hayvan oldukları zaman bize geleceklermiş.
İ- Âdetler nasıl?... Karı-koca....
M- Ne bileyim ben, bunların hangisi karı, hangisi koca... hepsi kabuklu...
İ- Kim doğuruyor?
M- .... Herkes doğuruyormuş....
(Avra'da gülüşmeler, konuşmalar başlar) Aaa!...
Böyle çizgi var... Bunlar doğurmazmış... Çizgi olmayan herkes doğururmuş...

Ayy, artık sıkıldım ben buradan... Hiç sevmedim.
İ- Nasıl anlaşıyorsunuz?
M- Ne bileyim ben, nasıl anlaşıyoruz?... Çok kalabalık oldu burası...
Onlar kendi yıldızlarından Bizim Rünyâmız'ı görüyorlar mı?
M- Ben görüyorum...
İ- Nasıl görebilirsin?... Buradan Orasını göremiyoruz.
M-... Görüyormuşuz...

Biz bâzı yıldızları görebiliriz de, onlar bizi teleskopsuz görebilir mi?.. Proxima Centauri 4,24 ışık yılı ile bize en yakın yıldız... Çapı neredeyse Jüpiter kadardır. Yâni, 139.820 km.... Dünyâ'nın çapı ise 12.742 km'dir. Proxima Centauri, 11,05 kadirle çıplak gözle görülemeyecek kadar sönük olduğuna göre, ondan onun onda biri kadar küçük olan Dünyâ'yı en yakın yıldızdan bile görmek mümkün değildir.... Ama unutmıyalım, bu gerçek bir seyyahat değil, bir İmaj...

İdâreci- Orada başka hayvan var mı?
Medyum- Görmedim.
İ- Onların hayvanı var mıymış?
M- ... Var, var,,, Ben görmüyorum... Bak, şimdi kabuğu yok... Et gibi... Üfff!... Hani
böyle koyunu yüzersin ya... Öyle... Tüyü yok... Ben anlamadım...
İ- Oradaki sıcaklık soğukluk nasıl?
M- İyi... Biraz serin...
İ- Hava nasıl?
M- Bak, yukarısı delik... boş... Bizim bildiğimiz gibi gök yok... Hani çadır bezi gibi bir
şey olur ,ya... ama bir yere bağlamamışlar... Böyle gerilmiş... Böyle kubbe....
"Bu senin geldiğin yer, küçücük bir yer" diyor.
İ- Daha büyük yeri var mıymış?
M- Varmış... İsmi bile yokmuş yıldızın...
İ- Orada harp yapıyorlar mı?
M- Bir meclis gibi toplanmışlar.. Hani böyle karınca gibi o fırın gibi yere giriyorlar...
Altısı girdi.
İ- Boyları senden küçük mü?
M- Kocaman bir şey...
İ- Sen de gir.
M- Girmem!... Korkuyorum onlardan!...
İ- Gir bakalım.
M- Nasıl gireyim?... Yaklaşma!... Ayy!... Kapı değil, delik gibi bir şey... Çok sıkılıyorum,
girmem!
İ- Korkma!
M- .... Üff!... Daracık yer... Aaa!... İçi geniş, be!... Kocaman bir meydanlık... Yatak olur
mu böyle?... Sert!... Çok sert!... Aaa... Kabuğunu çıkarttı!... Aaa:.. Ne tuhaf!... Ayol,
adam bu!... Niye öyle giyiniyorsun?... Elbise mi?... Adam oldu, ama başka türlü adam...
Ayy!... Ne çok tüyü var.... Bacakları buraya kadar tüylü... Kolları, bacaklarının yarısı tüylü...

Varlık2, ipin ucunu kaçırdı... Peş peşe bir takım İmajlar veriyor ama, artık İmajlar'ın birbiriyle bağlantısını kaybetti. Önce Medyum "Donuyorum" dediği bir soğukluktan , sonra "Yanıyorum!" dediği bir sıcaklıktan geçerek bu yıldıza indi. Hadi diyelim Uzay'dan geçerken üşüdü, yıldızın atmosferine girince yandı. Sonra yılan sûretinde kabuklu varlıklar gördü, ama elleri on parmaklı... Sonra bunlardan birini kabuğunu çıkardı, derisi yüzülmüş koyun gibi tüysüz bir vücut göründü. Ama delikten içeri girip te soyununca kıllı adamlar ortaya çıktı. Yâni, İmajlar birbirini tutmaz oldu... İşte biz hep böyle pirinçten taş ayıklar gibi Celseler'deki doğruları tesbite çalışıyoruz... Ama ekseriyetle taşlar pirinçten çok oluyor... Taşlardan pirinç seçiyoruz.

İdâreci- Bu tüylüler erkek mi?
Medyum- Ne bileyim ben!
İ- Elbisesi çizgili mi?
M- Çizgili.
İ- Bir çizgisiz soyunsun, bakalım.
M- .... ...
(güler) ......
İ- Ne oldu?... söyliyemez misin?... O tüylü mü?
M- Cıhk!..
İ- Cildi güzel mi?
M- Güzel... Kadının saçları da varmış... Niye o kabuğun içine giriyorlar?... Üff!... Sıkıldım
ben artık bunlardan!... Sıkıldım!... Hiç ben buraları sevmedim... Üff!... Tuhaf tuhaf bir
şeyler... Üff!...

Medyum kaçıncı keredir "Sıkıldım" diye tehlike işâreti veriyor, İdâreci merâkından üzerinde durmuyor. Halbuki çoktan Celse'yi kesmesi gerekirdi.

İdâreci- Oralarda Kendi Dünyaları'na âit kimseleri çağırıyorlar mı?
Medyum- "Biz daha büyük yıldıza gideriz" diyorlar... Üff!...
İ- Ayrıl artık!...
(Nihâyet!)
M- Ama nasıl gideceğim?
İ- Ayrıl!
M- .... Rahat bir yerden geliyorum ben... Aaa!... Çok rahat... Üff!....

Aaa!... Al sana başka bir yer daha... Aaa!... Galiba cüceler buradan geliyor... Bu kadarcık...
Bu kadarcık insanlar var... Ama bizim gibi insan...
İ- Burası neresi?
M- Aaa!... Boynu kopacak adamın bana bakmaktan... Ay, vallahi güzel!... Sevdim ben
bunu...
İ- Al bir tânesini kucağına.
M- Almam!... "Hoş geldin," diyor...
İ- Neresiymiş burası?
M- ... "İstediler, geldim," diyor... "Bil ki, Allah yaratırsa, herkesi ayrı ayrı yaratır" diyor...
Ben geçiyorum oradan.
İ- Geç!...
Varlık2- Merhaba gönül dostu.
İ- Merhaba, efendim.
M- Bunu hemen indir.
İ- Temâsı kes ve in!... Ruh ve Beden münâsebetlerin birleştiği zaman parmaklarını oynat!.

İşte böyle.... Bizde de bir Uzaylı Celsesi var... İster inan, ister inanma!... Biz inanmadık, İmaj diye kabul ettik.

****


Öğrenci Medyum Ümit'i tanıyorsunuz. Kendisi sonra iyi bir işletmeci oldu, evlendi, iki çocuğu oldu, çok çalıştı. Kendisini 20 yıl önce kaybettik... O zamana kadar da hiç râbıtamız kesilmedi... Daha önce bir kaç Celse'sini nakletmiştik. Bu sefer de Obsedör'ü Hans ve kendisini Yüksek Varlık diye yutturmaya çalışan bir başka Varlık'la İrtibat kuruyor.

Varlık1 : Hans
Varlık2: İsmini Vermeye Varlık
Medyum:Öğrenci Ümit
Tarih : 26 Haziran Temmuz 1973
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

Medyum- ..... "Merhaba!" diyor...
İdâreci- ALLAH râzı olsun. Söylemek istediğin var mı?
M- ..... "Yok" diyor.
İ- Verdiğiniz sözleri tutunuz.
M- .... Unutmuyorum" diyor....
İ- Temâsınızı kesin ve yükselin. Gördüklerinizi ve hissettikleriniz anlatın.
M- ..... Hiç bir şey görmüyorum. Sâdece yükseldiğimi hissediyorum. Asansörde çıkar
gibi... Aynı...

Geldim ama, var mı, yok mu, pek belli değil... O post boş, böyle... Hiç bir şey yok...
Yalnız, ordaymış gibi geliyor ama, değil gibi de, böyle...

İ- Dostumuzdan İrtibât'a geçmesini dileyiniz.
M- .... Hiç kimse yok... Ağaçlar var.
İ- Beklemek istiyor musunuz?
M- Dolaşayım... çok renkli camları olan câmi var... Yüksek kubbesi var... Tek...
Kandiller var, lâmba yok... Ortadaki kubbeden demir iniyor. Dört noktadan aşağıya
zincirler iniyor... Ortada avize var ama, kandiller...
İ- Yükselmenize devam ediniz.

Gördüğünüz gib Hans uslu... Zâten yalan söylemekten başka bir zararı yok son zamanlarda.... Medyum'un yükselirken gördüğü de tabii İmaj... Câmili bir yere gittiği falan yok... Aslında Varlık bu câmi İmaj'ını, Ulu Ârif Çelebi'nin Medyum'u Olcay'dan almış. Olcay ilk yükselişinde bir câmi görmüştü. Aslında bu Mevlâna türbesi civârı idi. Bu Varlık da kendisine mevlevî, hattâ Mevlâna süsü vermeye çalışıyor.

Medyum- ... Bir bulut üstündeyim... yükseliyorum...
Mâvilik var şimdi... Gündüz gibi Beyazlık'ta mâvilik var... Daha önceden hatırlıyorum
burayı... Bir su başındayız....
(Kiminle?) .,.. Çeşme de var... Daha önce de gelmiştim...
Oturdum... Böyle ayaklarımı sallıyorum... Gene aynı şekilde sallamıştım... Yalnız gelmiştim...

Kavak ağaçları var... Suyun ucunda bir yalak var. İki-üç kademeli... Köylerin dışındaki
çeşmeler gibi...

İdâreci- Dolaşın.

Bu da tabii İmaj ama görüyorsunuz, oldukça etkileyici... İnsan kendini kaptırıyor. İmaj gözlerinizin önünde canlanıyor. Geçmişte görülmesi ve şimdi tekrarlanmasının amacı ne olabilir?...

Medyum- .... Ağaçlar var... Altında yürüyorum... Başımı eğmek zorunda kalıyorum...
O kadar eğilmişler... Dere de var gibi... İlerden şırıltılar geliyor... O kadar çok ağaç
var ki!...

Dereye geldim... Suyu çok berrak!... Oturdum... Düşünüyorum, ne yapmam lâzım?...

İdâreci- Yukarılar'a bak.
M- .... Hiç bir şey görmüyorum... Ama çok güzel manzarası...
İ- Câmili yerle burasını kıyaslayın.
M- Burası biraz farklı ama, fark derecesini bilemiyeceğim. Ama buraya gelirken beyaz
bir bulut gibi şey aştım. Yalnız mâvilik var burada... Gökyüzü mâvisi... Çok açık mâvi...
Yalnız olmaktan sıkılmış gibiyim... yürüyorum...
İ- Görüyor musun kimseyi?
M- ... Var gibi... Geçen seferki...
İ- Yaklaşın.
M- ..... Berâber oturuyoruz... Yalnızlıktan çok canım sıkıldı... "Daha uzun zaman
kalabilmen gerekirdi" diyor... "Değişiklik istemez miydin?.. Burada Tabiat daha güzel
değil mi?" diyor... Benim için farketmiyeceğini söyledim ona...
İ- Bu fark onun yarattığı İmaj'dan mı, yoksa Tekâmül farkı mı?
Varlık2- İkisi de.
İ- İkisi olmaz!
M- "Eski yerden yükseldi. Ben de yükseldim... Daha önce aynı şeyi verdim" diyor...
"Pek aynı şeylerden hoşlanmıyor."

İdâreci, Medyum'un gerçekten yükselip yükselmediğini tesbit için Câmili yer ile ağaçlı yerin farkın soruyor... Varlık2 de açık veriyor, "Daha önce aynı şeyi verdim. Pek aynı şeylerden hoşlanmıyor" ifâdesiyle İmaj'î kendisinin verdiğini ve Medyum değişiklik istediği için câmi ve ağaç motiflerini kullandığını açıklıyor. Tabii bu İmajlar'ı seçilirken Medyum'un şuurundan yararlanıyor...

İdâreci- (Medyum'a) Sizi memnun etmek için vermiş.
Medyum- Evet.
İ-
(Varlığa)Vermek istediğiniz var mı?
Varlık2_ Sorunuz var mı?
İ- Şahsî Sualler var.
(Şahsî Sualler'den sonra) Medyum için bir tavsiyeniz var mı?
V2- Fazla uyumasın... Morali çok iyi.
M- ... Burada dolaşıp dolaşmak istemediğimi soruyor bana... Bana öyle geliyor ki,
bir çok şey söylemek istiyor, ama söyleyemiyor... Deşmek gerek.

Hep Varlıklar Medyum'un şuurundan alacak değil ya, bu sefer de Medyum Varlığın şuurundan anlatmak istediği şeyler olduğunu, ama bir türlü anlatamadığını aldı... Ancak bu noktada Varlık2 ayrıldı. Medyum indirildi, Celse sona erdi.

Çıkardığımız netice odur ki, eğer bu Varlık Hans değilse, ikinci bir Varlık ise, onun da sıkıntıları var. Ancak o kadar Geri değil. İlerde onu da deşip, huzûra kavuşturmak gerek.

Spiritualist'in işi bitmez. Her Celse de öyle derin bilgilerle dolu olmaz. Bâzen dertle, bâzen hâyalle dolu geçer. Bunun gibi...

****


Medyum Şükran Hanım'dan bir Celse daha... Bu sefer Medyum inerken bir Geri Varlığa takılıyor... Obsesyon değil ama, tedbir alınmazsa, dikkatli olunmazsa yapışabilir. Çünkü kendisi ile daha önce de kaşılaşılmıştı. Bu karşılaşmalar artar ve uzun sürerse tehlikeli olabilir.

Varlık1 : Kılçık Ali
Varlık2: Sâlih
Medyum: Şükran Hanım
Tarih : Temmuz 1967
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif şahıslar

İdâreci- Rahat olarak inin... Ruh ve beden münâsebetleriniz birleşince parmaklarınızı oynatın.
Varlık1- ....
(alaylı bir gülüş) ...
İ- Ne oldu?
V1- Sen oynat!
İ- Kimsin?
V1- Sen kimsin?
İ- İsmini ver de, konuşalım.
V1- Benim ismimi ne yapacaksın?
İ- Lâzım.
V1- Sen de bana lâzımsın.
İ- Öyleyse Medyum'u Yukarı çekiyorum.
V1- Çekebilirsen!... Vız gelir!... Hadi oradan, lan!... Bir av bulduk be!... Verir miyiz sana
kolay kolay avı?
İ- Kılçık Ali, sen misin?
V1- Sen kendine kılçık at!.. Gel güzelim, gel!.. Bize gel!... Boşver o heriflerin yanını!..
Nene lâzım senin?.. Gel!... bırak bu dangalak herif, be!... Ne o, cendereye mi
sokuyorsun karıyı?
İ- Söyle, ne arzu edersin?
V1- Sen söyle!
İ- Zarar vermeden ne istersen yap.
V1- Kırk yılda bir geldi işte Buraya... "Sohbet edelim" dedik. Ne oldu yâni?... Sor
bakalım, belki de beğendi Burayı...
İ- Ona ne şüphe!
V1- Ulan, Burada her şey var.
İ- Sâlih Orada mı?
V1- Tabii Burada....
Varlık2- ... Merhaba Abla!...
İ- Ne var, ne yok Sâlih?
V1-
(şarkı söylemeye başlar)

Mendili elinde
Kasatura belinde

Söylüyorsun değil mi, şarkımı, Abla?
Mukaddes Hanım- Söylüyorum ama, söyletme.
V1- Gitti mi senin kabadayı?
MH- Gitti.
V1- Yiyeceğim o herifi!
MH- Ye, ye!
V2- Ulan, ben onun belâlısıyım.
İ- Bir kılçık at ta, buraya gelsin.
V1- Sen sus, ulan, be!... Abla be, kafayı çekelim mi, ha?... Seninle de iyi çekilir, ha!...
Valla, teleme peyniri gibi karısın!
MH- Benden ne istiyorsun?... Rahatsız oluyorum.
V1- Ne yaptık?
MH- Asabî oluyorum.
V1- Abla, ben seni seviyorum.
MH- Ben de seni seviyorum.
V1- Ama Abla, bildiğin gibi sevmiyorum. Dangalağa bırakmamak için ben geliyorum.
Öyledir Versay Abla!... Dokunmıyacağım sana... İndir ulan, kel kafa!... "İndir" demedik
ha!.. Çıkar!...
İ- Allah râzı olsun.
V1- Orada yerimiz neydi, burada yerimiz ne, be!... Ulan, gelip biraz Tekâmül ediyoruz, be!...
İ- Müsaadenle ayrılalım.

Gene şaşırdınız, değil mi?... Bâzı Varlıklar Dünyâ'daki gibi Medyumlar'a asılırlar. Daha önce Medyum Yalçın'ın Celsesi'nde böyle Varlık görmüştük. Burada da Kılçık Ali Medyum Şükran Hanım'a sarkıyor. Ayrıca Marie Antionett'in Medyum'u Mukaddes Hanım'a asılıyor. Bu Dünya ihsaslarından, yâni hislerinden kurtulamadıklarını gösterir. Ama Kılçık Ali'nin her iki Medyum'a da zarar verme niyeti yok. Bunu Sohbet vesilesi, Tekâmül vesilesi sayıyor.

*****


Bu da Medyum Zekiye'den ve Obsedörü Tâhir'den bir Celse... Hikâyeyi anlatmıştık. Eskişehir'in bir ilçesinde Zekiye ortaokul öğrencisi iken aynı okulda olan Tâhir bu kıza âşık oluyor. Küçük yer... Okuyan kız sayısı az... Zekiye memur çocuğu, elbet okuyacak. O hâliyle Tâhir'in dikkatini çekmiş. Ancak kız şikâyet edince, bunun gruruna dokunuyor ve intihar ediyor.. Ama kız aklından çıkmıyor... Seneler sonra kızın zayıf bir ânında ona yapışıyor ve kızı rahatsız etmek bir yana, intihara teşvik ediyor!

Uzun çabalar sonucu önce yumuşattık. Bir toprak yığını olan mezarını bile ziyârete gittik, başında KUR'AN dinledik...Bu Celse peş peşe iki ayrı otobüsle gidip, mezarını ziyâret ettikten sonra...

Varlık1 : Obsedör Tâhir
Varlık2: Ermiş
Medyum: Zekiye
Tarih : 27 Nisan 1968
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Hâzirûn: Muhtelif Şahıslar

İdâreci- Gördüklerini ve hissettiklerini anlat.
Medyum- ..... ?....
(anlaşılmıyor) ...
İ- Görüşmek istiyor mu?
M- .... Kaçıyor.
İ- Niye?
M- ... Bilmiyorum...
İ- Nasıl, değişmiş mi?
M- İyi.
İ- Bir dua edelim, efendim.
M- .... Niye kaçıyorsun?.... Ne yaptım ben sana?.... "Eğer kaçmazsam, belki sana kötülük
yaparım diye korkuyorum," diyor...
İ- Bunu düşünebildiğine göre...
M- ...."Emin değilim kendimden" diyor.... Çok acıyorum ona.... Niye böyle oldu?...
(ağlamaya başlar) ....
İ- Üzülme. Sâkin ol.

Görüldüğü gibi, Varlık'ta vicdan uyanmaya başlamış, kendini kontrol etmeye çalışıyor. Medyum zâten hep ona iyi duygular taşımıştı ama, artık o da Medyum'a zarar vermekten çekiniyor. Ama sıkıntıları henüz bitmiş değil... Zaman zaman istemeden Medyum'u korkutuyor.

*****


Medyum Zekiye'nin Obsedörü Tâhir'le bir görüşme daha...

Varlık1 : Obsedör Tâhir
Varlık2: Ermiş
Medyum: Zekiye
Tarih : 7 Haziran 1968
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özelliği: Kandil Gecesi, özel toplantı

Celse esnâsında KUR'AN okunmaktadır. Medyum'un karşılaştığı Varlıklar dinlemektedirler. Medyum ağlamaktadır. Sonra:

Medyum: .... Kalktılar.... Gittiler...
İdâreci- Kimler?
M- Tanımıyorum... Ben bunu evvelce de görmüştüm...
İ- Bugün, burada gördün mü?
(Medyum uyumadan evvel gözlerini odanın bir
köşesine dikmiş ve öyle kalmıştı.)
M- Hayır. Daha doğrusu, bilmiyorum... Öldüğü sene okulda görmüştüm onu... Aynı
vaziyette.
İ- Bir isteği var mı?
M- ..... Konuşmuyor.... Gitti.... Yetişemeden gitti...
İ- Rahat mısın?
M- Evet.
İ- Öyleyse rahat olarak yüksel.
Varlık2- ....... Merhaba!
İ- Merhaba, aziz dostum.... Hepimiz dua ettik, efendim.
V2- Âmin.
İ- Bu mubârek gece lûtfettiniz için ALLAH râzı olsun.
V2- Sizden de.
İ-
(Tâhir o gün) Eve gelirken Kandil simidi alacaktı. Gitti... (Fırının) kapısından döndü.
Niye?
V2- Kendi de bilmiyor... Gitti ... Sonra döndü... Halbuki niyeti biraz eve, biraz da
komşunuz olan iki ihtiyâra vermekti. .........?.......
(banttan anlaşılmıyor) ......
Onun üzerine tevessül etti. Görüştü...
(bugün) Konuşmadı. Fakat çok memnun.
Tebessüm etti. KUR'AN okuyuşuna katıldı.
İ- İnşallah ilerde görüşmek mümkün olur.

Bu kadar... Sonunda ikna oldu, kızı bıraktı. Ama böyle mahçup bir vaziyette arada bir göründü. bâzen de istemeden korkuttu.

*****


Medyum Zekiye'nin Obsedörü ile ilgili bir kaç Celse'sini nakletmiştik.... Burada onunla kısa bir karşılaşmayı vereceğiz... Medyum uyutulup yükseltildikten sonra Obsedör Tâhir'le karşılaşır. .

Varlık1 : Obsedör Tahir
Varlık2: Ermiş
Medyum: Zekiye
Celse İdârecisi: Ruhi Selman
Tarih : 24 Ağustos 1968
Usûl : Hipnoz yoluyla rûhî infisâl
Özelliği : Öbsesyon tedâvisi
Hâzirûn: Muhtelif Şahıslar, inanmayanlar da var

İdâreci- (Heyecanlanan Medyum'a) Niye korkuyorsun?... Bırak, gelsin...
Konuşmak istiyorum... İyice sâkinleş ama!...
Medyum- .... Çekil!... Çek onu!.... Çek!...
İ- Korkma!
M- Gösteriyor!...
(ağlamaya başlar) Çek onu!..
İ- Rica et, gülerek... Bak, çekecek... Çekti... Değil mi?
M- Hayır.
(Varlık, Medyum'a kendini astığı ipi göstermektedir)
İ- Gülerek rica et...
M- ..... Konuşmak istemiyor.
İ- Ben konuşmak istiyorum.
Varlık1- ..... Ne istiyorsun?
İ- Bayram bitti galiba.
V1- Bilmiyor musun bitip bitmediğini?
İ- Belki senin için devam ediyordur.... Bir arzun var mı?
V1- Yok!..
İ- Hepimiz senin için dua ediyoruz. Alıyor musun?
V1- Evet.
İ- Senden bir ricam var.
V1- Gene ne, gene ne istiyorsun?
İ- Bunun peşinde birisi daha var. Bunu koru, olur mu?
V1- Bu aptal kendisini korumadıktan sonra ben nasıl koruyayım?
İ- Ne yapması lâzım?
V1- Morali çok bozuk.
İ- Düzelmesine yardım et.
V1- Benim elimden bir şey gelmez.
İ- Hiç değilse aksi yönde tesir etme.
V1- Ben bir şey yapmıyorum.
İ- Şimdi korkuttun ama...
V1- Kendi korkuyor.
İ- Ne lûzum var ipe?.. Kendin çık karşısına.
V1- O ip benden ayrılıyor mu?
İ- Ona uzatıyormuşsun.
V1- Bir ucunu da ona uzatsam, ne olur sanki?
İ- Sen ikimizin de dostusun.
V1- İkide birde bak, bunu tekrarlama! Değilim çünkü!
İ- Olacaksın. Hepimiz senin için dua edeceğiz.
V1- Siz evvelâ kendiniz için dua edin! Kelin ilâcı olsa, ilk evvelâ kendi başına sürer.
İ- Doğru... ALLAH kabul etsin duamızı ve seni en kısa zamanda huzûra kavuştursun....

Obsedör Varlık Tâhir Bayram'daki sâkin havasını bir ölçüde kaybetmiş, eski sıkıntılarına dönmüş... Aradan yıllar geçmesine rağmen, hâlâ boynunda asıldığı ipi taşıyor... Tabii bu onun hâtıralarının yarattığı bir İmaj... Ondan kurtulamıyor. Hazret-i İshak bir Celse'de "BİRİNİ ÖLDÜRDÜNÜZ... ve muayyen ömrünüz dolduktan sonra SİZ DE ÖLDÜNÜZ. Öldürdüğünüzle aynı mekândasınız. ONU DÂİMA KARŞINIZDA GÖRSENİZ, HİÇBİR ŞEY YAPMASA DA, YALNIZ MÜTEMÂDİYEN BAKSA... NE DUYARDINIZ?" demişti. Aslında kişi öldürdüğüyle aynı Vasat'ta değil, ama İmaj olarak devamlı onu görüyor... Ne büyük ızdırap, değil mi?.. Tâhir de ip ile aynı ızdırâbı çekiyor.

İdâreci- (Medyum'a) Şimdi ayrılın... Rahat olarak yükselin ve gördüklerinizi anlatın.
Medyum- ......
(güler)..... ...
İ- Üstat geldi mi?
M- Hayır... BOĞA... Yaklaşıyor...
İ- Tek mi?
M- Çift...
İ- Bu sefer küçüğü kurtaracağız.
M-.... Aaa!... Onlar anlaşmış!...
İ- Hangisi daha büyük?
M- Sivri boynuzlu... kocaman boynuzları...
İ- Ötekisi nasıl?
M- Ufacık kalıyor.
İ- Şimdi iyi düşünerek bak.... Oteki de büyüyecek... Diğeri kadar olacak.
M- ..... İstemiyor herhâlde büyümek...
İ- Büyüyecek!...
M- ... İstemiyor... İstemiyor... Hâlinden memnun...
İ- Değil!
M- Memnun, memnun...
İ- Olmaması lâzım. İkna etmeye çalış.
M- ......
(güler) ......
İ- Ne oldu?
M- Boynuzları takıldı birbirine.
İ- Büyük nasıl?
M. İyi.
İ- Korkunç değil, değil mi?
M- Değil... Gidiyor...

Daha önce İMAJ VE İLK YÜKSELMELER sayfasında vermiştik. Medyum ilk yükselişinde iki boğa görmüştü. Sonra Üstat Ermiş bir başka Celse'de bu iki boğanın bir tahlilini yapmıştı. Küçük olanı Medyum idi, büyük olan ise onun karşısına çıkan mânialar... Bu Celse'de mânialar küçülmemiş, Medyum da büyümemiş ise de, iki boğa anlaştığına göre, fazla bir sıkıntı yok demektir.

İdâreci- Peki... Devam et yükselmene.
Varlık2-..... Merhaba!
İ- Merhaba, aziz dostum... Dua edelim, efendim.... ALLAH râzı olsun.
V2- ALLAH sizden de râzı olsun.
İ- Emir ve irşatlarınızı bekliyoruz, efendim.
V2- Evvelâ... Evvelâ, bakın... konuşmaya başlamadan önce burada bulunan, bu işe yeni
girmiş olanların inandırın.
İ- Nasıl inandıralım?... yol gösterin.
V2- Evet. Evvelâ bunun uyuduğuna inandırın.
İ- Biz burada gösteri yapmıyoruz.
V2- Bak, şimdi!... Sen nereden nereye gidiyorsun?..
İ- Eğer bu arkadaşlar inanmıyorlarsa, açıp okurlar.
V2- Okumakla görmek bir olmaz... Çok okuyan değil, çok gören bilir.
İ- Bir Varlık'la görüştüğüne inanmıyorsa, âmennâ... Onu bulamazlar. Ama Medyum deneme
tahtası değil ki!
V2- Bir şey olmaz. Sen merak etme.
İ- Peki, efendim. Uyuduğuna inanmıyan var mı?
V2-
(kızar) Yâni, ben de değiştireceğim durumumu!... Herhâlde bir sebebi var ki,
üzerinde duruyorum. İnanarak işe başlamak çok iyidir.

Bunun üzerine İdâreci bir kibrit yakar, söndürür ve hemen Medyum'un eline bastırır. Loş mâvi ışık altında olmasına rağmen herkes Medyum'ın kılının bile kıpırdamadığını, acı hissetmediğini görür. Bundan sonra Celse'ye devam edilir. Celse sona erince, bâzı kişiler "başta inanmadıklarını, ama sonra tatmin olduklarını" ifâde ederler.... Bu kısmı sırf bu tecrübeyi dile getirmek için yazdık.

Medyum Zekiye sonra tahsilini tamamladı, işe girdi, gözlerinden ameliyat oldu, Evlendi, üç çocuk sâhibi oldu, emekli oldu. Sonra torun sâhibi oldu, hâlâ mutlu yaşıyor. ALLAH uzun ve sağlıklı ömür versin.

Ruhi Selman

selman@journalist.com


  • Önemli Sayfalar:

    - BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI - ANA SAYFA
    - BİR TEBLİĞ
    - ÖLÜM VE SONRASI
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 1
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 2
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 3
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 4
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 5
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 6
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 7
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 8
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 9
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 10
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 11
    - ÂHİRETTEN SİMÂLAR - 12
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 13
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 14
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 15
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 16
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 17
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 18
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 19
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 20
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 21
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 22
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 23
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 24
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 25
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 26
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 27
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 28
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 29
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 30
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 31
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 32
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 33
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 34
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 35
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 36
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 37
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 38
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 39
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 40
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 41
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 42
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 43
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 44
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 45
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 46
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 47
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 48
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 49
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 50
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 51
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 52
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 53
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 54
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 55
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 56
    - ÂHIRETTEN SİMÂLAR - 57
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 58
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 59
    - ÂHIRET'TEN SİMÂLAR - 60
    - NEYZEN TEVFİK'TEN BİR ŞİİR
    - BİR OBSESYON VAK'ASI
    - ÖTE ÂLEM'DEN ŞİİRLER - 1
    - RÜYÂLAR - 1
    - RÜYÂLAR - 2
    - REİNKARNASYON - 1
    - REİNKARNASYON - 2
    - ANADOLU'DA REİNKARNASYON ŞİİRLERİ
    - İRLANDALI ŞÂİR JAMES CLARENCE MANGAN ANADOLU'DA MI YAŞADI?
    - KADIN HAKKINDA BİR TEBLİĞ
    - FİNCAN CELSELERİ - 1
    - FİNCAN CELSELERİ - 2
    - FİNCAN CELSELERİ - 3
    - EKMİNEZİ ÇALIŞMASI
    - RÛHÎ FİLİMLER - 1
    - ENTERESAN RÛHÎ OLAYLAR
    - ERGUN ARIKDAL VE SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT
    - BÜLENT ÇORAK VE DÜNYA KARDEŞLİK BİRLİĞİ SAFSATASI
    - CENAP BAŞMAN VE MARON TARİKATI
    - SAPKIN RAEL TARİKATI
    - TRANSANDANTAL MEDİTASYON KANDIRMACASI
    - SİRİUS MİSYONU ZIRVALARI
    - MELEKLER'DEN MESAJ ALDIĞINI SANAN ŞAŞKINLAR
    - ŞEYTANA TAPAN SATANİSTLER
    - KRYON "TEBLİĞ"LERİ VE LEE CARROLL'UN "MEDYUM"LUĞU
    - J. Z. KNIGHT ADLI KADIN RAMTHA "TEBLİĞ"LERİ
    - SILVER BIRCH TEBLİĞLERİ
    - MEDYUM JANİ KİNG VE VARLIK P'TAAH
    - "SÜPER İNSANLIK" DERNEĞİ VE UYDURUK "TEBLİĞ"LER
    - ZIRVA RA-KA TEBLİĞLERİ
    - SÂDIKLAR PLÂNI'NI TENKİT - 2
    - KASYOPYA CELSELERİ'NDE ATMASYON, KITIRASYONLAR
    - RA "TEBLİĞ"LERİ
    - HAYÂLÎ ANDROMEDA KONSEYİ
    - VARMIŞ GİBİ YUTTURULAN PLEİADES KONSEYİ
    - HATHOR GEZEGENİNDEN İNANDIRICI OLMAYAN MESAJLAR
    - ÜSTAT KUTHUMİ'DEN SAHTE İNCİLER
    - ARKTURUSLULAR'DAN ZIRVA MESAJLAR
    - ATLANTİS'İN KRAL RÂHİBİ THOTH'UN IVIR-ZIVIR MESAJLARI
    - BAŞMELEK METATRON ÜFÜRMELERİ